6.10.2016

HER ŞERDE BİR HAYIR VARDIR DERLER.... PEKİ YA BAŞKALARI İÇİN HALA ŞERSE ?

2011 Yılında avukatlıktan hakimliğe geçiş sınavına girmek için başvurmuştum. Önümde bir aydan kısa bir süre vardı. Gerekli belgeleri hazırlamak ve ders materyallerini temin etmek de bu süreye dahil. 24 saatlik günün en az 18-20 saati çalıştım. Çok fazla anlam yüklemiştim bu sınava. Artık kazanınca boyum mu uzayacaktı, başım göğe mi erecekti bilemiyorum :) Büyük şehirde yaşıyordum ama çalıkuşu misali, Anadolu'nun ücra bir ilçesinde görev yapacak olma ihtimali bile sevimli geliyordu.  Sınav günü geldi çattı. Gayet rahat ve kendimden emin   başladım . Matemetiğim iyiydi ama 2 soru harici diğerlerini yapamadım. Cevabından emin olduğum  bir kaç soruya yanlış cevap verdim.  Sınav sonrasında  sürenin  yetmediğinden şikayet edenler epey çoktu, oysa ben 25 dakika önce bitirmiştim. Soruları   tartışırken bir çok soruya verdiğim cevabı geçtim, sorunun kendisini hatırlamıyordum. Mülakata girmek için 70 almak gerekiyordu, 63,5 alarak kalmıştım. Aman bi üzüldüm bi üzüldüm, anlatamam. Üşenmesem depresyona girecektim..O derece düşünün. 
Kimilerine göre darbe,kimilerine göre kalkışma  bana göre vicdansızlık, ötekine göre vatana ihanet.... adı her ne ise .. İşte malum kara geceden sonra , 2011 yılında sınavı kazanıp hakim / savcı olanların hepsi görevden uzaklaştırıldı, gözaltına alındı,tutuklananlar, görevden ihraç edilenler.... Hatta mülakatı geçemediği için hakim / savcı olamamış bir avukatı, sırf o sınavda yüksek puan aldığı için, soru çaldığı gerekçesiyle gözaltına aldıklarını ikinci ağızdan duydum. 
.....
Bilenleriniz vardır mutlaka, Bornova'da oturuyorum. Ege üniversitesi, Yaşar üniversitesi sayesinde öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir yer. Dolayısıyla öğrenci yurtları da oldukça bol. Yurtlardan birinin müdürü anlatmış arkadaşıma. 35 yaşlarında bir bayan temizlik işçisi olmak için başvurmuş. Görüşme neticesinde  işe alınmış, sigortası için gerekli belgeler / bilgiler gönderilmiş..  SSK'dan  " kurumda çalışmaz" minvalinde yazı gelmiş.  Merak edip, kadını çağırmış ve sormuş müdür . Cevap " ben hakimdim. Ancak görevime son verildi. Eşim tutuklu. Çocuklarımın nafakasını kazanmak için bu işe başvurmuştum "  bir hakimin temizlik işçiliğine  düşmesi ne kadar acı demiyeceğim.  Bana göre işin iyisi kötüsü yoktur.  Kazancın haramı helali vardır.  Elbette  psikolojik olarak zor gelmiştir, bilemem. Ama alnının teriyle  para kazanmak isteyen, zor durumda kalan bir kadının tüm çıkış yollarını kapatmak ne derece hakkaniyete uygun , tartışılır. Sadece  bir sınavda yüksek puan almış olmak , " darbeci"  veya " terör örgütü üyesi" damgası  yemek için yeterli midir ? 
Kötü şeyler oluyor....
Kurusu da yaşı da yanıyor.... Dua edelim o yangın  bir an önce sönsün... Masumların başı yanmasın...


29.09.2016

YİNE BİR MİM, YENİ BİR MİM...

Calimero yememiş içmemiş,yapanlardan benim neyim eksik deyip kendince bir mim yapmış. Önce mimi cevaplayıp, sonra  nerelerde bu telve !  diye soran varsa merakını  gidereyim dedim.

1- Hayal kurmaktan hoşlandığınız bir yer ya da zaman dilimi var mı?
Önce hayal ne demekmiş diye TDK 'ya baktım ki, sapla samanı, at iziyle it izini birbirine karıştırmayayım :) Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, imge, hülya diye açıklamış . Bu durumda ben her an, her yerde hayal kurabiliyorum. Dilim falan yok yani. Misal geçen hafta kalabalık bir caddede yürüyorum. Öyle böyle değil, iğne atsan  yere düşmeyecek . Önümde küçücük bir kız çocuğu ,tahminen  4 yaşlarında. benden bir iki adım önde yürüyen  bayanlardan birine ait zannetmiş, çok dikkatsizler diye de hayıflanmıştım. Ama onlar yan sokağa sapıp giderken, çocuk koşarak daha da öndeki bir çifte yaklaştı. Adımlarımı hızlandırdım. Çiftin yanına gelince, bu çocuk sizin mi dedim, evet dediler. Lütfen elinden tutun, çok kalabalık burası , geride kalıyor. Biri kolundan tutup götürse ruhunuz duymayacak dedim. Hay demez olaydım. Annesi " nerede bizde o şans "diye cevap verdi. İşte o an hayal gücüm devreye girdi.Kadının saçlarından tutup...... neyse, şiddete karşıyım ben. Hayal deyince insanın aklına her zaman pembe panjurlu, küçümencik bahçeli bir ev gelmiyor demek ki...

2-En çok nelerin hayalini kurarsınız? 
Güzel, yaşanılası, imrenilesi bir ülke haline gelişimizin hayalini kurarım. İlkokula başlayan çocukların Japonya'da olduğu gibi en az ilk bir sene hiç ders yapmadıkları, sadece onurlu, çalışkan, dürüst, sorumluluk kazanabilecekleri, insani değerlerin yüklemesinin yapıldığı bir eğitim sistemimiz olsa mesela. Ezbercilikten uzak, yeteneklerin ortaya çıktığı ve bu doğrultuda meslek seçimlerinin yapıldığı,  "three idiots" filminde verilmek istenen  bir eğitim.. Sonra insanlar severek,keyif alarak yapsalar işlerini. Maaşlar ( emekli maaşları da dahil ) insanca yaşamak için yeterli düzeyde olsa... Adam kayırma, rüşvet verme, onu bunu zengin etme gibi terimler lügatimizde hiç olmasa.. Devletin tesisleri olsa ve  herkes senede  en az bir hafta bu tesislerde bedava kalsa, dinlense, terapi görse... işte bunun gibi şeyler. 
Kendi adıma tüm hayallerim yeni yerler görmek ve bol bol fotoğraf çekmekten ibaret. Bu konuda kararlıyım. Bakalım ne kadarı gerçekleşecek, zamanla göreceğiz. 

3-Şimdiye kadar çok hayalinizi gerçekleştirdiniz mi ? 
İyi de ben düşünür ve akabinde uygulamaya geçerim hemen. Sanırım  olur mu olmaz mı diye iyi tartıyorum. Olmayacak işlerin peşine düşmüyorum pek. Hımmm bu cümleler hoşuma gitmedi , ama silmiyeceğim.  Soruyu tekrar okudum, müzik aleti çalmak isterdim,  istek ve hayal olarak kalacak . Bir de  2. soruda verdiğim cevapta olduğu gibi gezmek ve  fotoğraf çekmekten başka hayalim yok sanırım. Öyle dişe dokunur, peşine düşülür hayal kurmuyor muyum ne ? Bu durumda ne evet ne de hayır diyorum.  Önce bir hayli hayal kurup, sonra  gerçekleştirme  oranını yazayım ben. Siz bir kaç yıl sonra bu yazıyı tekrar okuyun, bakalım güncelleme yapılmış mı :)))

4- Henüz gerçekleşmemiş ama illa da gerçekleşecek dediğiniz hayaliniz var mı ? Anlatabilir misiniz?
Balık kavağa çıkacak mı bilmem  ama milletçe feraha , huzura kavuşacağız. 

Güzel bir mim  olmuş Calimero.Teşekkür ederim .Daha keyifli cevaplar vermek isterdim ama bu aralar  acı gerçekler yüzüme yüzüme vuruyor :)
"adım telve,  beğensen de beğenmesen de cevaplarım böyle ..." 
Geç cevapladığım için, mimlenmeyen kalmamıştır  diye düşünüyorum. Her ihtimale karşı bir önceki yazımda yorum yapanları mimliyorum :)) 
Kolay gelsin hepinize.


19.08.2016

MİM..MİM...MİM


Calimero mimleyeli 11 gün olmuş .. Bu aralar pek pc açmayıp, telefondan nete girdiğim için cevaplayamadım. malum, gözler kalbin aynasıdııııırr.. Yok  bu cümle "gözler bozuk, telefondan yazmak zor " diye  devam edecekti. :)  Konuyu fazla dağıtmadan, calimero'ya mim için teşekkür ediyorum  ve cevaplamaya başlıyorum ... 

1- Blogger denilince aklınıza gelen üç şey nedir ? 

- paylaşmak; bildiğin,bilmek istediğin,merak ettiğin, okuduğun, izlediğin, gezdiğin,gördüğün, şahit olduğun,  hayal ettiğin, umut ettiğin, dilediğin, baş edemediğin,  sinirlendiğin, üzüldüğün, mutlu olduğun... her şeyi paylaşmak...

- dostluk / arkadaşlık ; çok güzel insanlar tanıdım blog sayesinde. Yazılarını keyifle okuduğum, yorumlar sayesinde yakınlaştığım  bloggerlar olduğu gibi, daha özel  ve başka  sosyal paylaşım sitelerinde de arkadaş olduklarım var.  ( üç beş taneymiş gibi çoğul eki de koyarmışşşş, ah canım, şuna instagram desen olmaz mı :)) 

Narda yüz yüze görüştüğüm, sayesinde annesini tanıdığım için kendisine çok minnettar olduğum ilk blogger ve bende yeri çok özel.( bu cümleyi okuduğunda üşenmeden saçımı başımı yolmaya gelecek, kesin :) zira iyi hoş da, annesini elinden alacağım diye çok korkuyor çoook, azıcık da kıskanç mı ne :))

Handan ( Kadı Kızı) sanaldan reele taşınan ikinci ve son blogger arkadaşlığı..Bu aralar kayıplara karıştı, umarım en kısa zamanda  tekrar aramıza döner. :(

Cem,  LeventSessiz Prenses TolgaAli... instagram arkadaşlarım :))

- Öğretici / Öğretmen ; her blogger mutlaka  bi'şey  öğretir okuyucularına. Kitaplardan, filmlerden tutun da  yemek, makyaj, moda... aklınıza gelebilecek  her şeyi  o konunun uzmanından , meraklısından öğrenmek  keyifli...

2- Her temadan ( Kişisel, gezi, kozmetik, kitap vs.)  yazılarını en çok beğendiğiniz, okumaktan bıkmadığınız bloglardan örnek verin desem ? 

Hımmmm, 1. soruya cevap verirken ismini zikrettiğim bloggerlar haricinde, yemek blogu olarak düzenli okuduğum  blog festigan. Tariflerini ara sıra deniyorum ve her ne yaptıysam süper lezzetli oluyor. Anlatımı görsel eşliğinde olduğu için mi bilmem, oldukça başarılı... Şiirlerini severek okuduğum ve çok beğendiğim Nursalkımı.... sessizkaldım'ı okumak da keyiflidir. rue 'yi  mutlaka okuyun derim.  Her şeyden yazan, belli bir sınıfa  sokamadığım Değmesin Yağlı Boya,   blog aleminin  egosu sıfır, tanıştırıcısı, kaynaştırıcısı,  kimseyi takip etmeyen ancak  hemen hemen her blogta yorumunu görebileceğiniz Sade ve Derin.... Yeni tanıdım, yeni takip etmeye başladım sayılır, akıcı ve komik tarzını sevdiğim Carpe Diem... Miras var yazılarını gülerek okuduğum... Mai yani Kadriye. Bayılıyorum ben bu kadına...:) Oku BakayımBücürük ve Ben  Yazmakla da bitmiyor ki,  gerçekten bitmiyor ya hu...  Beni mimlediği için değil, gerçekten sevdiğim için ,  en berbat ve can sıkıcı durumu komik bir tarzda anlattığı için Calimero'nun defteri   ve bir şair daha  Hamiyet diyorum  ve bu soruyu geçiyorum... Aslında düzenli okuduğum 3-4 blog daha var ama çok uzattığım için, mimliyeyim bari onları da :) 
( Yolcu, nerelerdesin :((..)

3- Yeni blog yazmaya başlayan arkadaşlara verebileceğin öneriler nelerdir? 

Blog yazma işine sırf terapi olsun  diye başlayan, madem başladık devam edelim diyen biri olarak bu konuda öneride bulunacak en son kişi benim sanırım. amaaaaaa yeni başlayanlara "n'olur  gözünüzün yağını yiyiiimm, kimseye gidip de,  blogunuzu yeni keşfettim,  bana da beklerim  deyip, sonuna da blog linkinizi yazmayın" demezsem gözlerim açık gider. Cidden  itici oluyor, kimse kusura bakmasın. Sizi takip edip etmediğine bakmayın, sevdiğiniz blogları okuyun,   yorumlara  cevap verin, içinizden geldiği gibi yazın. Mesela benim yazılarım genelde giriş ve sonuçtan ibarettir,gelişme bölümü diye  bi'şey pek olmaz. Çünkü sıkılınca bırakırım :))) Hatta girişte bıraktıklarım bile vardır :))  Benim blogum, benim tarzım. Allah Allahhh, edebiyatçı değilim, yazar değilim.Kurallar beni bağlamaz !!!

4- Hangi ülkede yaşamak isterdin ? 

İçinde bolca zebaninin kol gezdiği cennet gibi bir memlekette yaşıyorum. Ya bu vatanı zebanilerden temizleyin ya da ben  insansız hava sahası aramaya başlayayım... Olmadı 3-5 arkadaşımı alıp, ıssız bir adaya göç edeyim. !!! 

Gelelim 2. sorunun cevabında yer alması gereken ama sıkıldığım için bıraktığım  okunası blogları mimlemeye . Tamam blogger yerine blog yazmış olabilirim. sorun bakalım neden öyle yazdım ? Biliyorum aranızda  " ben sevmiyorum  mimlemeyi /mimlenmeyi" diyecek olanlarınız varsa ki mutlaka vardır,  "blogum cevaplasın , bana ne, ben mimlenmedim ki " diyebilmeniz için , müessesemizin ikramıdır efenim :) Bu arada  mimin başına yukarıdaki görseli kullanmak şartmış,bana öyle söylendi, ben neden diye sormadım, siz de sormayınız pilizzz :))
buzlu kalem
acemi demirci
nalanca


Çok oldu biliyorum ama aralarında cevaplamış olanlar var..
Kolay gelsin hepinize arkadaşlar..


6.08.2016

PARÇALANMIŞ GÜLÜŞLER / TOLGA YAZICI / SAFRANSARI

Demirkadın demir öyle güzel anlatmış ki Tolga'nın kitabını, yorumda da yazmışım, "yazarı atlayıp seni kutluyorum" diye. Kitap hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler   hemen  okusunlar diyorum. Ve böyle bir tanıtım yazısından sonra ben  ne yazsam sığ kalacak deyip, hiç yeltenmiyorum. Ancak  elbette   kitaptan bahsetmeden   olmaz. 
Tolga'yı okumaktan hep keyif almışımdır.   Gerçi başta birazcık restleşmemiz olmuştu :)  Yaptığı yorumda   kullandığı bir kelime  yüzünden  yayınlamamış,  kendisine de  ifade etmiştim durumu. Halbuki altı  üstü "g.t " gibi bi' kelimeydi.  Zamanla  diline mi alıştım, ruhumu mu özgürleştirdim, yoksa hayatın böylesine çirkin yüzünü gördükten sonra,  ne kadar masum ve olağan kelimeler mi dedim bilemiyorum ama aramızda sulh imzalandı.   Özel bir bağ oluştu  kanımca.( Varsın ben öyle düşüneyim. ) Biliyorum ki , yazılarını okuyan her insanla arasında o bağ  zaten var. Çünkü  Tolga  özel. Kendi dünyasına dalıp da başkalarını umursamayacak egosu yok. Yetenekli..Yazmakta olduğu kadar arkadaşlıkta da yetenekli. Umarım çevresindekiler, arkadaşları, dostu ya da dostları  şanslı olduklarının farkındadır diyorum. (Egosu yok derken,  ego yüklemesi yapmaya gerek yok di mi ama...) 
Blog adından da anlaşılacağı üzere,  kahveciyim ben. Kahvenin farklı bir anlamı ve yeri var bende. Hatırı boş ver, genelde yalnız içerim zaten.  Ama sanki beni dış dünyadan koparıyor ve kendi sesime kulak vermeyi sağlıyor diyeyim. Zamandan mekandan koparıp, her ne ile meşgulsem ona odaklanıyorum . Tolga öyle güzel anlatmış ki çayı,  çayla paylaşınlanları.. Hatta  " bazen seni seviyorum diyemezsin, çay içelim mi dersin " gibi bir cümlesi vardı.  "Dünyada paylaşılacak en güzel şey çay ve sıcak sohbettir."   Çaya bakışım değişti. Çay koyup içmek istedim. " Bizler çay bardağıydık ve dudak payı bile bırakmayacak kadar acıyla dolmuştuk. O yüzden bizi ellerinde tutmak isteyenler  ya bir süre sonra  geriye bırakırdı ya da ağızları öyle bir yanardı ki dörtnala kaçıp giderlerdi. Yalnızdık hep biz. Çevremizdeki kalabalığa inat yalnız kalmayı başarabilen tiplerdik " Yalnızlık  başka  cümlelerle  de çok ifade edildi  elbette bir çok insan / yazar / şair tarafından...  Ama bu anlatım tarzı ne kadar da doğru dedirtti bana...
Saatçi  Nejat amcayı sevdim. Selim 'i ve Zeliha'yı sevdim. Zeliha'nın " sever adımlarla " Selim'e doğru yürüyüşünü sevdim...
Metrobüs kalabalığını  " kazara birinin telefonundan duygusal bir müzik çalsa amcayla öpüşebilirim..Korkuyorum"  şeklinde anlatışına  güldüm.
Çağın hastalıkları arasında " sevgi arsızlığı,çağımızın  belki de en büyük  hastalığıdır ." teşhisiyle ,  sevmeyi beceremediğini iddia eden bir sevgi adamı oluşunu keşfettim.
"Zaman bedeni çürütür, zaman  insanları değil, meyveleri olgunlaştırır.".... Çünkü yazdıkları, yazılanlar , yaşananlar ütopik değil. Kesinlikle değil.  Hayatın içinde. Yanıbaşımızda yaşıyor   esrar bağımlıları...  her sabah aynı durakta otobüs bekliyoruz  ,  sevdiğine asla kavuşamayacağını bilse de sevmekten  bir an olsun vazgeçmeyi aklından bile geçirmeyen adamla...  Hafif kadın ya da   hovarda diyoruz aslında sevgi açlığını gidermeye çalışanlara..
"Umarım karşılaşmayız. Çünkü bir vedalık sitem kalmadı lügatimde..."  Benim deeeee diye  bağırmak istiyorsunuz bu cümleyi okuduğunuzda.. Egosuna yenik düşen , bu nedenle sadece kendisine değil, ruhuna dokunanlara da,  acının bin bir halini yaşatanlar geliyor aklınıza...
"Ruhum tüm delilikleri ve kötülükleri yapacak kadar psikopat, ama bedenim bir o kadar dingin. Ben de bu ikisinin arasına sıkışıp kalmışım."  Cümlesinden sonra hemen düşünmeye başlıyorsunuz. Ya ben ? Ben ne haldeyim sorusu karşınıza geçmiş , sizden hesap soruyor.
Gülüşlerin  neden parçalandığını,  neden bazı insanlarda emanet gibi durduğunu, asıl gülümsemenin gözlerle olabileceğini anlıyorsunuz. Bir insanın gözlerinin içini güldürmek kadar güzel başka bir şey var mıdır  acaba şu çivisi çıkmış dünyada ? 
Kitabın son kısmı, " valla benim gülüşüm hala sapasağlam" diyenler için  hazırlanmış bir sürpriz adeta.   Sadece gülüşünüzü değil, her hücrenizi darmadağın ediyor.   Hoşuma gitmedi bu son bölümde okuduklarım. Ağır geldi ruhuma..  Peki ya yaşayanlar dedim sonra ... Onlara hafif mi gelmişti Telve ?
Bir  konuda  zaten yeteri kadar eleştiri almıştır diyerek kısaca değiniyorum. Basımdan önce   mutlaka güvendiği  bir iki kişiye okutmalıydı,   konunun içine girene kadar göze batan imla hatalarını yok etmek için...

Tolga , seni yürekten tebrik ediyorum.  Güzel yüreğin, samimi anlatımın, doğallığın için ....
Yolun açık olsun....


29.07.2016

"Boş ver diyorum" aklıma geldikçe..
"Boş ver"...
lakin umursamıyor beni,
üstüne üstüne gidiyor...
olmadık sözü çekiştirip getiriyor bazen,
canımı yakacak ya,
biliyorum, aldırmıyorum..
daha beter saldırıyor.
bi' geri git diyorum, uzak dur benden..
önce duraksar gibi oluyor.
tamam diyorum, kurtuldum..
en şirin haliyle geri dönüyor çok geçmeden..
bak işte, gülüşünü takmış da gelmiş peşine..
direnemem biliyor,
Ve savaş yeniden başlıyor !!!
Ölümüm,
ne hastalıktan,
ne yaşlılıktan....
Mutsuzluktan olacak sevgili, mutsuzluktan.....

Bu sözü nerede, ne sebeple , hangi ruh haliyle yazdım bilmiyorum. Ama kimin için yazdığımı bugün anladım....
Yüz hatları oldukça güzel.. Hokka gibi küçücük bir burnu var.. Ama gözleri, ah o gözleri....Buğulu mu desem, hüzünlü mü desem... Tarifi zor. Sesi titrek, konuşmaktan korkar gibi.  Gözleriyle sesini  birlikte düşündüğümde ağlamak üzere olduğunu hissettim.

Üzmeyin şu kadınları  !!!!!

2.07.2016

BAŞKALDIRAN RUHLAR / HALİL CİBRAN


Kitaplarına, yazı stiline,  tasvirlerine, ruh tahlillerine , ifadelerindeki naifliğe hayran olduğum bir yazar. Okumayanlar için Kırık Kanatlar kitabını da mutlaka tavsiye ederim. İnsanı içine çeken , bir solukta kendini okutan  kitapların yazarı Halil Cibran, yüzyılımızın filozofları arasında sayılmakta. Sadece bir yazar değil , aynı zamanda şair ve  ressam. Bana göre Lübnanlı olmasına rağmen batıda ve Amerika'da da yaşadığı için,doğu- batı sentezini çok iyi yapan bir yazar. İçinde doğduğu ülkenin hayat şartlarını, toplumsal yapısını dışarıdan objektif gözle bakmayı bilmiş, olayların, siyasal sistemlerin, din adamlarının , toplumsal  yapının ağır aksak giden, aldatıcı ve aynı zamanda dayatmacı tarafını çok iyi yakalamış. Doğudan vazgeçmeden , doğuyu  gözden çıkarmadan yapmış eleştirisini. İfadeleri yalın, anlatımı akıcı, psikolojiye olan ilgisi nedeniyle de tahlilleri hayranlık uyandıracak kadar güzel.
Sanat sanat için midir yoksa halk için midir sorusuna Cibran sayesinde  net cevabım , "ikisi de gayet güzel  olabiliyor işte..."
Bu kitabı bir kaç kısa hikayeden oluşuyor. Ana tema hepsinde hemen hemen aynı. Din adamlarının, siyasilerin,  ahlak kurallarının ele geçirdiği, hapsettiği ruhların uyanışına ve başkaldırışına dair örnekler. Refah içinde ancak boyunduruk altında yaşamaktansa, özgür fakat  zor şartlarda yaşamayı kabul etmiş, mutlu ve huzurlu insanların  onurlu mücadeleleri... Okumanızı şiddetle tavsiye ederim.