31.12.2013

........

Hadi dedim,  özlemişsinizdir, size ev yemeği yapayım, akşama ne istersiniz ?
Cevap  "kısır"
Ben İzmir'den İstanbul'a  kısır yapmaya mı geldim ?
Ne zamandan beri kısır yemek oldu?
Bi erkek kısırı neden sever ki?
Üstelik kısır benim ilgi ve bilgi alanım değil, yapsam yenir mi ki ?
"Kafamda deli sorular" dedikleri böyle bir şey mi ?


........

Okunası....

http://hamiyetakan.blogspot.com/2013/12/son-fasl.html

SENİN HİKAYEN VAR MI ?




Bazı insanlar vardır..
Hayal kuran, hayalinin peşinden  koşan..
Gerçekleştirmek için varını yoğunu ortaya koyan..
Bir tiyatro sahnesi gibi, hikaye yazıp, başkalarına rol dağıtan..
Ve onların hikayelerinde rolleri biçilmiş,  replikleri belli diğer insanlar..
Başkasının  hayaline sürgün edilip  mahkum olan...
Role uygun maskeleri vardır suratlarında...
Kostümleri bazen dar, bazen boldur, ama taşımaya mecburdur..
Kendi duygusunu katamaz işin içine.
Sözleri değiştiremez,  kendi kişiliğini yansıtamaz o role..
Çünkü O'nun görevi hakkıyla icra etmektir kendine biçilen her neyse..
O rolle öylesine bütünleşir ki,
Zamanla yabancılaşır kendine..
Aynaya baktığında tanıyamaz olur..
Devam eder yine de...
Hayatı sadece o rolden ibaret zanneder..
Dışına çıktığında, cezalandırılma korkusu vardır..
En önemlisi boşluğa düşme endişesi...
Sonra bir gün, bi'şey olur...
Ne olduğunu O da anlayamaz aslında..
Belki bıkkınlık, belki isyan.
Rolüne yabancılaştıran..
Ve der ki kendi kendine
"Benim  de hikayem  olmalı aslında"
Kısa ama bana ait
Her şeyiyle ben olduğum, istediğim gibi konuştuğum,
Ne olursa olsun peşinden koştuğum...
Figürana da ihtiyacım yok,
Gerekirse monolog olsun..
Bununla iş bitmez tabi,
Cesaret lazımdır , ki bu en önemlisi...
Yola koyulmuştur nasılsa,
Eğer içinde birazcık umut varsa,
Destanlar yazacaktır,
Ve O artık kendi hikayesinin kahramanı olacaktır....



28.12.2013

GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER........YANİ UMARIM.......




Daha iki gün önce O'na dedim ki  " kızım boşa kafa yorma, biz böyleyiz, olacak, kaçışı yok, çözümü yok. Bu fırtınaya zaman zaman tutulacağız... Sadece bil ki geçici, otur ve sakince  geçmesini bekle"...
Şimdi...
Olduğum yere çöktüm, başım kollarımın arasında,  geçmesini bekliyorum...


..........

Uçurumdan aşağı düşerken, dikenli bir dala tutunmak gibiydi seni sevmek.....
Hayata bağlayan  , ama canımı  da yakan....

27.12.2013

.....

Eskiden eş, dost , arkadaş  ziyaretlerinde " nasılsın , ne var ne yok " diye sorulur , muhabbet edilirdi...
Şimdi ilk soru " modem adı ve şifre ne ? "....
İyi değil bu akıllı telefonlar, derhal toplatılıp imha edilmeli..
Yoksa kayıplarımızın ardından daha çoookk hayıflanırız... Benden söylemesi...




......

Atalarımız demiş ki, bir insanı tanımanın en iyi yolu, onunla yemek yemek, yolculuğa çıkmak ve (bundan çok da emin değilim ) konaklamaktır..
Ben diyorum ki, bir insanı tanımanın en iyi yolu, onunla tartışmaktır. Bakın bakalım, edebini bozuyor mu ? Sizin için yaptıklarını ya da sizin ona verdiğiniz sırları ifşa ediyor mu ?


26.12.2013

BENİM DİYEMEDİĞİM....




büyüdün değil mi sen...
kocaman oldun..
hani  "gidiyorum artık" dediğin gün...
zafer senindi, terkeden sendin, giden,  dönmeyen..
ve hep beklenen
ve beyazlaştın, belki de hep beyazdın
bana griden başlayan, siyahımsı bir sürü ton bıraktın
rahat mısın...
sahi sen hiç ağlar mısın
ara sıra pişman olur, kendine kahreder misin
gözünü tavana dikip,
kendine sabit bir nokta belirleyip
bakar mısın  saatlerce
ne düşüneceğini bilemeden
ve korkar mısın aklına gelenlerden

sanmam
yoksa arkana bakmadan nasıl gidersin
hiç bir şey olmamış gibi
yabancı gibi...
sahi biz tanıştık mı seninle
ruhumun kıvrımlarını bilir misin sen
beynimin zayıf noktalarını..
nelere kızarım, nelere gülerim
en çok ne zaman kendime benzerim
nedendir sana tutsaklığım
her düşmemde, neden senin kapındır çaldığım..
ve açılmayacağını bilsem de nedendir   senden, sana ait olandan gidemeyişim
ekmeğin yanına sevgini katık etmem nedendir
susuzluğumu seni düşünerek gidermem ...
kendimden geçerim de, senden gidemem
bilmez misin ki ben bu sevdadan geçmedim, asla vazgeçemem

sanmam
yoksa arkana bakmadan nasıl gidersin
hiç bir şey olmamış gibi
yabancı gibi...
sahi sen tanıştın mı kendinle..
yüzleşir misin ara sıra ,
elin vicdanında
en magazin kokan soruları sorar mısın
ve her defasında ezber bozup  yeniden  cevaplar mısın
en güzeli, en iyiyi, en yakışanı bırakıp
sana ait olanı alır mısın
sahip olamadıkların kadar,
sahip çıkamadıkların da acıtır mı içini
kıymetini bilemediklerin
üstünü çizdiklerin.

sanmam
yoksa arkana bakmadan nasıl gidersin
hiç bir şey olmamış gibi
yabancı gibi.....
                                                                   

                                                          benim diyemediğim
                                                                         sevdiğim...
   

25.12.2013

.......

"Olgunlaştırır" demişler, vermişler acıyı, vermişler acıyı...
Netice...
Her bir acı, içimizi fena yakmış...



24.12.2013

.......

Fikir üretmekten  aciz olan insanların, onayına sunulan  fikri beğenmeyip,  eleştiri getirmelerine dayanamıyorum...
Misal,  hafta sonu hep birlikte  sinemaya gidelim dersin,  tiyatro  olsa daha  iyi olmaz mı derler..


23.12.2013

.......

Bazı toplumsal sorunlarımızın, doğu kafasıyla, batı davranışlarını sergilemeye çalışmamızdan  kaynaklandığını düşünüyorum..Ya da sentezleyemeyişimizden...
Toplumun koyduğu kalıplar ve sınırlandırmalarla  düşünüyoruz..Yargılıyoruz.. Daha çocukluktan itibaren beynimize kazınmış "elalem ne der"  kaygısıyla hareket ed (em)iyoruz ...
Bizde toplum esas.
Batıda birey.
Biz kendimizden önce başkalarını düşünüyoruz.
Onlar her durumda   kendi istek ve arzularını..
Elbette toplumun değer yargılarını  yadsımamız mümkün değil. Ama bu kurallar , toplum düzenini sağlamak, bireyi sorumlu ve iyi insan  yapmak amacı gütmeli..
İnsanı pısırık ve öz güvensiz yapan, hareket ve hayal dünyasını daraltan "fosil" kurallar ayıklanmalı...


21.12.2013

......

"Çünkü değişen her şey bir şey tarafından bir şey olmaya doğru değişen bir şeydir."
Anlayın işte, nelerle uğraşıyorum :)


20.12.2013

......

Bugün seni çok özlediğimi farkettim..Ve ne kadar çok sevdiğimi..
Şu an kendime en yakın insan /lardan biri olarak seni görüyorsam, elbette sebebi geçmişe dayanıyor.Kalabalık bir aileydik.. Çok çocuklu... Ama  şimdikilerin  " nitelikli beraberlik" dediği kavramı, ucundan kıyısından seninle yaşadım ben..İkimiz de evcimendik sanırım..Beraber çok vakit geçirdik .Neden sokağa çıkıp oyun oynamazdık bilmem....
Bana tavla oynamayı, çocukluğumda sen öğretmiştin. Ama  nedense bir daha hiç oynamadık  :)
Çizdiğin resimlere hayranlıkla bakardım.. En ince ayrıntıları bile ihmal etmezdin..Bu konudaki yeteneğinin de heba olduğunu düşünmüşümdür hep.. İlkokulu bitirir bitirmez yatılı okula gitmen ,  hafızamda yer eden seninle ilgili o güzel anıları  ender kıldı..Güzeldi ama azdı..
Ben yine de,  en çok ( aynı odada uyuduğumuz için )   okuldan geldiğin bir  gece, yorganı başına çekerek ağlamanı unutamıyorum.. Neydi içini o kadar acıtan..Boş ver söyleme, ben zaten biliyorum...
Neyse ki her gece beraber olmadığımız için ,  sen benimkileri hiç duymadın...
Ben bir gecenin ağırlığını zor  taşıyorum zira...
Şimdi seni seviyorum demek ne kadar basit kalır  anlıyor musun ?



19.12.2013

........

Hayatı paylaşmadaki en önemli kriter,  yaptığın kavgalardan bile keyif  alıp almadığındır..

18.12.2013

...........

İnsanın, bulunduğu yere ait  olmadığını hissetmesinden daha vahim bir durum varsa,
O da,
Hiç bir yere ait olmadığını  düşünmesidir...

...........

İkinci üniversiteye kaydolma aşamasında görüştüğüm arkadaşımı da okumaya razı edince, kendimi O'na karşı sorumlu hissetmeye başladım haliyle.. Neyi nasıl yapacağız,  ne çalışılacak, dökümanı nerden alacağız.....
Hadi bunlar işin kolay kısmı..
Asıl mesele ders çalışmaya adapte olmakta..  Zaten okuyan, meslek icabı araştıran insanlarız, onu da hallettik diyelim..
Sorun sevgili arkadaşımın  neredeyse her gün beraber olma isteği...
Sabah galiba O'na gideceğim..
Galiba değil eli mahkum..
Ben İzmir'in bir ucunda, O diğer ucunu da geçmiş, almış başını gitmiş bir yerde..
Geçenlerde  kilometreyi sıfırladım.. 52.4 km . ile eve geldim.. Gidiş dönüş 104. 8 km..
Harbiden uzaktan eğitim..
Hakkını vere vere...

17.12.2013

GİT DESEM DE SEN KAL OLUR MU ?



İşte böyle bir şeydi aşk...
Hiç bir sözün, hiç bir tavrın hükmünü süremediği, sessiz ve dilsiz kaldığı,
Git derken bile,  ya giderse korkusunun yaşandığı...
Ama bilirdi aşk.
Onu tanıyan vazgeçemezdi,
Bırakıp gidemezdi,
Nasılsa bir gün dayanamaz, geri döner gelirdi..
Belki de bu yüzden alabildiğine pervasız,
Hatta arsız...
Umarsızdı aşk..
Ne göz yaşına kanardı, ne kalp sızısına bakardı...
Acımasızdı...
İstediğin kadar  kaç,
Faydasızdı...
Senin ruhunda, senin bile bilmediğin gizli köşeleri bilirdi..
En derin
En ince
En mahrem çizgileri...
Ne sınırlarına bakardı, ne de değerlerine...
Savunmasız bir anında  sarıp sarmalardı da,
Yalvarsan bir daha bırakmazdı...
İşte böyle bir şeydi aşk..



16.12.2013

MİM ... MİM... MİM...

Pe Hito sobelemiş beni :)  Bu hoş bir mim olmuş. Sanırım mimler  aşama kaydetmeye başlamış. İşte cevaplar;

 1-  Elimden gelse , kötü insanların alnını damgalarım.  Böylelikle her sabah aynaya baktıklarında kim oldukları gerçeğiyle yüzleşerek başlasınlar güne. Hatta ben de...  Madem kötü bir insanım,  yanıma yaklaşan bunu bilerek gelsin. Her kötülüğün bir rengi de olabilir. Yalancılar kırmızı, ihanet siyah,  kalp kırma mor...... Kimse kimseye " bana yalan söyledin " serzenişinde bulunamaz. Kardeşim görmüyor musun alnımdaki kırmızı  rengi der, kendimizi savunmak zorunda kalmayız.  Tek sorun şu,   benim gibiler mesela,   ( Pe Hito lütfen insanların genelde kötü yönlerini  söylediklerinden  dem vurma,  ben gerçekten kötü biriyim :))  her rengi sığdırabilecek miyiz alnımıza ?
 2-  Kendi kendimi kontrol etmekte  son günlerde zorlanır oldum. Belki giderek yaşlanıyor olmanın verdiği huysuzluk, belki de ruhsal yorgunluk.. Bilmiyorum..
 3-  Beni en çok kaygılandıran şey diye bişey yok sanki.. Hayatı normal akışına bıraktım. Ne gelirse amenna..
 4-  Hayatımın en kötü anı, hayatımı hep kötü yaşamama neden olan an !!!!!!
 5- Yalnızken,  kendimi oyalayacak bir şeyler mutlaka bulurum ve sıkılmam. Yalnızlığı seviyorum.
 6-  Nefret ettiğim ve asla affetmeyeceğim insanlar var..
 7-  İşimi yoğun yapamasam da seviyorum..
 8- Kadınlar / Erkekler birbirlerini anladıklarında hayat çekilmez ve monoton bir hal alacak.. Yaşasın çatışma  :)
 9- Hayat , işte burda durdum.. Hayatla bir alıp veremediğim yok aslında. Ama niye ikide bir bana bulaşıyor anlamıyorum :) Kesinlikle bende kıskandığı bir şeyler var diye düşünüyorum..
10- Çocukken babam çok  meyve  aldığı ve meyve yeme yarışı yaptırdığı için, hayatımın son dönemlerinde çok az meyve yediğimi geçenlerde keşfetim :)
11- Başkalarının zayıf tarafı  benim ilgi alanım. Hayır, aleyhlerinde silah olarak kullanmak için değil . Kişiliklerinin  büyük bir parçasının o noktadan  hareketle geliştiğine inandığım için. Bir insanı çözmenin en iyi yolu  zaaflarını bilmekten geçer bana göre..
12- Yalan söylemek zeka gerektirir. Aksi halde yalan söyleyen  kendini aptal duruma düşürmüş olur.
13- Her şey kötüye gittiği zaman  , bu sürecin geçici olduğuna ve üstesinden mutlaka geleceğime inanırım.. Galiba gözü kara bir insanım.. Belanın üstüne atladığım da oluyor. Bile bile...
14- Geceleri  sadece benim..  Bana ait.. Dünya  daha savunmasız oluyor  sanki.. Güç de benim elimde..
15- Başkalarına göre ben , zekiyim,  mantıklıyım,  aykırıyım, iyi bir akraba değilim belki ama iyi bir dost ve arkadaşım.... İtirazı olan varsa söylesin, bence de öyleyim :))
16- Kurtulmak istediğim korku, bir gün  gerçek düşüncelerimi insanların suratlarına haykırma endişesi...
17- Bazen düşünüyorum da, bu hayat daha farklı ve daha güzel yaşanabilirdi be...
18- En çok utandığım şey ,  geçmişte yaptığım hatalarım... Başkalarının bildiği ya da bilmediği..
19-Keşke ben , hiç keşke  demiyor olsaydım.. Keşkeyi lügatımdan çıkarabilseydim..
20- Anlamıyorum neden, " seninle hep didişip duruyoruz?"

Aslında kimseyi mimlemiyorum. Ama  bundan önceki mimde , serzenişte bulunan, ağlayıp sızlayan, "beni de mimle n'olur diye " yana yakıla yalvaran, hatta rüşvet teklif eden Absalom'u, vereceği cevapları merak ettiğim Almila'yı, normalde sohbet ederken zaten bildiğim, ama yazılarında da  yeni yeni mizah yönünü keşfettiğim N. Narda 'yı mimliyorum.. Kolay gelsin arkadaşlar :)



15.12.2013

......

özeldin..
özlendin...



.........

İradesine hakim olan insanlara hayranlığım var. Hem de öyle böyle değil. Sanırım kendimde gördüğüm en zayıf nokta bu olduğu için.. Son günlerde  asgariye inmiş durumda. İrade derken, içine çok şey giriyor benim anlayışıma göre.. Kararlılık, sabır, kendine hakim olma....
Bu konuda kafa yormam gerekiyor ..
Son günlerde hiç mi hiç sabırlı değilim.. Kararlı da değilim.. Kendime söz verdiğim her şeyden vazgeçesim var.
Bunlar neyse de, olur olmaz şeylere sinirlenip patlamasam çok iyi olacak...
Oysa insanın dik bir duruşu olmalı... Dolduruşa gelmemeli.. Kim ne derse desin cevap vermemeli..
Sakin telve, sakin...
Derin bir nefes al, al, al... sakın bırakma öyle kal :))


14.12.2013

MUTSUZLUĞUN RESMİ...

Bazı kadınlar görüyorum.. Yıpranmış  ve mutsuz..
Bir resimde bile, erkeğe doğru eğilmiş olan..
Ona yaklaşmak ve yakınlaşmak ihtiyacında ..
Ve erkek..
Alabildiğine dik ve uzaklarda..
Sanki  çevresiyle hiç alakası olmayan..
Tamamen kendi iç dünyasında..
Merak ediyor insan..
Neyi paylaşıyorsunuz siz,
Daha  da  önemlisi paylaşamadığınız ne ?
Hangi rüzgar savurdu sizi birbirinize?
Ve sizi koparan, ya da  bağlayamayan o eksik parça ne ?..


12.12.2013

........

ne  toparlanıp gidebildin,
ne de yüzünü dönebildin...
en büyük korkum sana  benzemekti.
ondandır  susmalarım
hiç susmayacakmış gibi konuşmalarım..
kendimi yalnızlığa alıştırmam hatta...
ama ne yapsam nafile,
hasretin dolaşıyor damarlarımda..

11.12.2013

DOWN CAFE....


Saat gecenin 2 'si.. Ehh benim için gayet erken bir vakit.  Malum, uykuyla aram pek iyi değil..
Tv yi açıp, kanallar arasında  dolaşayım derken, TRT-1 deki Aileler Yarışıyor  programına takılıyorum.         Yarışmacılar down sendromlu çocuklar. Hepsinin üzerinde siyah renkli, üzerinde " SADECE FARKLIYIM " yazan t- shirtler, yüzlerinde insanın içini ısıtan bir gülümseme.  Ciddiyim, ben  nadiren de olsa onları gördüğümde   o hiç eksilmeyen gülümsemeleriyle bana çok sıcak  gelmişlerdir.
Birazcık seyredince ,  şaşırıp kalıyorum. Meğer yarışmaya katılan bu çocuklar, Turizm Otelcilik okulunda 6 ay öğrenim görmüşler. Ve hangi şehirde  olduğunu öğrenemediğim   25 çocuk ve onların  annelerinden oluşan grup, her gün  beşerli olarak kafede çalışıyorlarmış.
Sanırım, hepsinin  farklı kabiliyetleri var. Biri şiir yazmayı ve okumayı çok seviyormuş, hatta bir şiirini okudu. Diğeri " Ben kitap çıkarmak istiyorum" dedi. Yemek kitabı çıkaracakmış.  Makarna yapmayı biliyor musun diye soruyor sunucu.. Anlatmaya başlıyor, tencereyi suyu koyarız, içine biraz tuz ve biraz yağ..... Ya hu daha 3-5 saat önce  makarna yaptım, tuz tamam da ben yağı unuttum. Helal be sana diyorum.  Çıkar şu kitabı, almazsam.....
Gündüz kuşağının  mı , yoksa çok eski bir programın tekrarı mıydı bilemiyorum. Ama  ( yanlış hatırlamıyorsam ) Adana, Konya, ve Eskişehir'de varmış bu tür kafe... Tabi bir de İstanbul'da.. Nette aramama rağmen İzmir'de  olup olmadığını anlayamadım. Olsa seve seve giderim. Eminim çok farklı, çok güzel bir ortamdır...
Ne yazık ki sonuna kadar izlemedim... Daha neler öğrenecektim kim bilir. Ama ilk fırsatta ( ah o kör olasıca fırsatlar, işe yarayacakları zaman meydanda olmazlar ) netten programı bulup izlemeyi düşünüyorum...


7.12.2013

.........

Bir kadın, bir meseleye çok bozulur...
Ama o konuda tek bir laf etmeyip, imada bulunmayp,  başka saçma  sapan bir konuda kıyameti koparır..
Ve sonra erkek bakakalır..
Anlamıyordur..
Anlamıyorlardır..
Bu kadın milleti anlaşılmazdır...
.......
Peki kadın neden bozulduğu meselede konuşmaz da böyle bir saçmalığa meydan verir ?
Çünkü o konuda konuşmak, halihazırdaki durumdan daha saçma olacaktır..
Çünkü, o konudaki kırgınlığının ya da yapılan hatanın telafisi olmadığını bilir...
Güvenin..
Bir kadın öyle hissediyorsa gerçekten öyledir...


5.12.2013

BENİM 5 GERÇEĞİM MİM'İ..

Bu zormuş be Pe Hito . İnsanın kendisini anlatması .Aslında beni iyi tanıyan birine sormak lazım. Kimim ben ? Objektif olmaya çalışarak aklıma gelenleri yazıyorum..
1- Çok dağınık biriyim
     Öyle şeytan eniğini kaybetse bulamayacak cinsten değil tabi ki :) Hiç bir şey yerli yerinde olmaz. En önemli evrakları, kimlikleri, garanti belgelerini, faturaları... olmadık yere koyar, lazım olduğunda deli gibi ararım..

2- Kokulara karşı hassasım
Kötü kokuları sevmem ama  görecelidir tabi ki.. Başkasının dayanamadığı kokulara da bayılırım .. Mesela benzin, oje, yağlı boya gibi.. Sanırım potansiyel tinerciyim.. Henüz  keşfedilmemiş ama gelecek vaad eden ..

3- Yön duygum zayıftır..
Özellikle metroya bindiğimde ... Ne taraftan çıkmam lazım, hangi yönden gelene binmeliyim bir türlü kestiremem. Sanırım bu geliştirilecek bir şey değil, doğuştan..

4- Tipik ikizler burcuyum..
Burçlara ister inanın, ister inanmayın. Ben genel özelliklerini taşıdığımı düşünüyorum. Ama ikizlerin çift kişilikli olduğuna inanmıyorum. Bir sürü kişiliğimiz var bizim :) İşin ilginç tarafı,  biriyle tanışırken hangi ruh halindeysem, aynı mecrada yol alırım. O an keyfim yerindeyse,  espirili, melankoliksem kendi dünyasında bir kişilik  devam eder gider.. Bu durumdan ben şikayetçi değilim.. Millete de sormayalım, boşverin..

5-  Çok kötü bir sesim var ( mış )
Öyle diyorlar. Oysa ben sesime olan güvenimle  Banu Alkan'la bile boy ölçüşebilirim.. Ne derlerse desinler, kendi kendime mırıldanmayı severim..

Kendimi çok fazla övmeyi sevmediğim için bu kadar yeter diyorum :))
Mim için teşekkürler Pe Hito ...


4.12.2013

ÇİRKİN DİYEREK SEVDİĞİM TÜM BEBEKLERDEN ÖZÜR DİLİYORUM..


İzmir'den Çeşme'ye yumuşak bir geçiş yapan arkadaşımıza bebek tebriğine gittik bugün.. Normalde insanlar emekli olunca sakin bir yere yerleşmek ister ama , bizim kız gençliğini büyük şehrin keşmekeşinde geçirmek istemediğinden kapağı erken attı.. Önce haftanın 2-3 günü geldi bürosuna, sonra tamamen kapatıp, tam bir Çeşmeli  oldu.
Neyse, konumuz bu değil zaten :)
Efendim, görüp görebileceğim en güzel bebeklerden biriydi. Bebeklerin hepsi güzel demeyin,  o ebeveyn gözüyledir :)  Mini minnacık, daha 1,5 aylık bir bebek. "Çirkin şey "  diye sevecek oldum,  beraber gittiğimiz arkadaş hemen atladı " Bence gayet güzel ".. Tamam da arkadaşım,  kapı gibi toplum dayatması var bilinçaltımda. bebekler güzel diye sevilirse nazar değer inancını taşıyan.
Düşündüm, doğru dedim ya.. Ne diye bebekleri " çirkin " diye sevip,  o küçücük beyinlerine olumsuzluk aşılıyoruz ki ?



ZORDUR KENDİ KENDİNE YETMEK...


Hepimizi büyük bir gemiye bindirip,
açılıvermişler engin denizlere..
ve
kıyıdan epeyce uzaklaştığımızda, atıvermişler masmavi sulara..
bazılarımız iyi kulaç atmanın verdiği rahatlıkla
sakince yol almaya başlamış kıyıya doğru..
etraflarında olan bitene çok da fazla kulak kabartmadan..
yoruldukça sırt üstü yatıp dinlenerek devam etmiş  yolculuğuna
yüzmeyi bilmeyenler ise,
telaşla başlamışlar çırpınmaya 
bir yandan çığlık çığlığa bağırıp
bir yandan da batmamak için tutunacak birini aramışlar
gördüklerine saldırmışlar
iyi kötü demeden , her karşılarına çıkandan
medet ummuşlar.
bazen canları yanmış
"kurtarıcım" dedikleri daha da dibe batırmış...
kimi bata çıka öğrenmiş kendi kendine yetmeyi
kimi dalgalarla boğuşmayıp, pes ederek boylamış denizin dibini..
bazıları o kadar ustaymış ki yüzmekte
aynı zamanda dibe dalmayı da bilirlermiş
kimi zaman ustaca kulaç atarken görünürlermiş
bazen içleri elvermez, boğulana  yardım ederlermiş..
ne zaman ki batan kendilerini de sürüklüyor, hemen uzaklaşır, yardımdan vazgeçerlermiş
kimi zaman da ortadan kaybolurlarmış.
işte böyle zamanlarda gözleri, suyun büyüleyici dünyasını seyre dalarmış
rengarenk balık sürüleri, yosunlar, mercanlar...
farklı bir dünyaya bakarmış, herkese nasip olmayan..
işte böyledir yalnızlığımız..
kimi kabullenir telaşsız yaşar yalnızlığını
kimi ölüme denk tutar, paylaşmak ister başkalarıyla her anını...
ama en doğrusunu yapanlar onlardır ki,
yalnızlıklarında  kendi iç dünyalarına  dalarlar.
her yüzeye çıkışlarında doludur elleri
onlardır bunca güzel eserin sahibi
bazen renklerin ahengi büyüler gözlerimizi
kimi zaman kulağımızın pasını siler  bir neyin  sesi..
hatta  bir şiirde, bir kitapta kaybederiz kendimizi..

"bazı insanları yalnızlık tüketir ,
bazı insanlar  yalnızlığında üretir..."



3.12.2013

FAZLA SÖZE GEREK YOK..

Annelerin en büyük korkusu, çocuklarının ölmesiymiş..
Engelli annelerinki, çocuklarından  önce ölmek.....
3 Aralık Dünya Engelliler Günü...


2.12.2013

.......

Birinci yılımız biteli  bir ay olmuş bugün ve ben unutmuşum :)
Affet, söz bundan sonra unutmam..gerçekten...


Blogdaki ilk cümlem..
Çocuklarınıza gelecek hazırlamayın......çocuklarınızı geleceğe hazırlayın....

1.12.2013

HAYAT GÜZELDİR / LİFE İS BEAUTİFUL



Rast gele seçtiğim bir film. İzlerken başta " boşa zaman kaybı olacak, başka filme geçeyim" diye az düşünmedim hani.  Yaşasın tembellik :))
İzlediğim  en güzel film değildi.
Muhteşem bir oyunculuğu olduğunu söyleyemem..
Müzikler nasıldı hatırlamıyorum bile..
Görsel açıdan  kayda değer bir şey de yoktu..
Sadece şimdiye kadar izlediğim  en anlamlı filmlerden biriydi.
Eğer Yahudilerle ilgili ( varsa ) ön yargılarınızı bir kenara bırakır,  filme Nazilerin  soykırımının reklamı ya da ajitasyonu  gözüyle bakmazsanız ne dediğimi anlayacaksınız.
Yahudi bir İtalyanın,  küçücük oğlunun beyninde , ruhunda travma oluşturabilecek kamp günlerini oyuna çeviren, oğlunu korumak  ve yaşatmak adına  elinden geleni yapan bir babanın mücadelesini konu alıyor  film..
 " Eğer askerlerden saklanabilirsen........ eğer hiç konuşmazsan...... puan toplayıp bu yarışta biz birinci olacağız  ve ödül olarak tank kazanacağız"  telkinleriyle  o zor günleri oyun havası içinde yaşayan  küçücük bir çocuk..
Beni en çok duygulandıran sahne,  babanın  her türlü tehlikeyi göze alarak, boş bulduğu bir anda  hoparlör odasına dalıp,  kadınlar bölümündeki eşine " nasılsın prenses, her gün  seni düşünüyorum..."  diyerek mesaj vermesi oldu...
Durum ne kadar vahim olursa olsun, ,insanın umutlu olması, umut aşılaması gerektiğini çok güzel anlatıyor.
Bir babanın en zor şartlarda bile ailesini koruyup kollamasını  işliyor..
İzlemenizi tavsiye ederim..




..........

Okuduğum hangi kitaptaydı bilmiyorum. Ama bir cümle çok hoşuma gitmişti..
" Boşluğunu değil ama yokluğunu hissedeceğim "..İşte yüzeysel bir ilişkinin bitişi ve ardından hissedilenler..
Ben tam tersini söylüyorum,  yokluğunu hissetmedim hiç.
Ama boşluğun .....
İşin ilginç tarafı, sen varken de  hissediliyordu o boşluk..
Hatta kızma ama, varlığın  bir yüktü çoğu zaman.  Eziyetti, işkenceydi....
Ne garip bir ironi...
Küçüktüm, hatta çok küçüktüm.. Sana karşı beslediğim tek his " korku" ydu.  Belki hala insanlardan korkuyor olmam, zarar gelecek , üzüleceğim endişesi taşımam, benim beslediğim korkunun, bende besledikleri...
Bu öyle bir lanet duygu ki, solunum cihazına bağlı yaşamak gibi. Hayat bir şekilde akıp giderken, sadece seyirci olmak..  Tüm güzel ve yaşanılası olanları buğulu ve kirli bir camın arkasından  izlemek...
Şimdi büyüdüm..
Yine yoksun.. Bu kez gerçekten yoksun..
Yokluğun iyi geliyor da,  boşluğun acı veriyor...




30.11.2013

......

Bugün ilk kez kış soğuğunu hissettim... İliklerime kadar....
Niye hala en sevdiğim mevsim kış diyorum ki,,,Ne soba üstünde kestane pişiyor ne de portakal kabuğu yanarak mis gibi koku yayıyor.. İyi de kışı güzel yapan bunlar olamaz..
Bi'şeyler eksik, ama ne ?




26.11.2013

TÜKENMİŞLİK SENDROMU..

Sabah kahvaltısında konuşulacak konu mu bu ?
Ama madem konu açıldı,  öneriler sunuyorum, yok... Tükendim de tükendim..
Elbette bunun sebepleri çok farklı olabilir.. Lakin,  bizimki şahıs menşeli idi..Aklıma geldi..
Bunca tükenmişlik sendromu  yaşayan insanlar varken, tüketmişlik sendromu yaşayanlar da var mıdır acaba bir yerlerde ?


25.11.2013

KADINA ŞİDDET

14.12.2012 tarihli bir yazım....

Haberleri seyrediyorum..Çığlık çığlığa sokak ortasında bir kadın koşup, markete giriyor can havliyle. Ardından da kocası..Yakalayıp, dışarı çıkartıyor, tekme tokat...O sırada insanlığı, adamlığı, vicdanı, insafı ... dumura uğramış olan market sahibi etkisiz eleman rolünde. Kılı kıpırdamıyor..Neyse ki henüz insanlık ölmemiş, sokak sakinleri çığlıkları duyup, adamın elinden kadını kurtarıyorlar..
Haberleri seyrediyorum.. Merdivenlerden inen bir çift..İkisinin de kucağında birer çocuk..Sonra evde yan yana görüntüleri.Adam pişman olmuş, kadın affetmiş. Kadının alnına konan bir öpücük..Barışmışlar. Bir gece önce ortalığı ayağa kaldıran kadın, affetmiş. Bir gece önce kadının hayatına kastetmiş, insanlıktan çıkmış adam pişman olmuş..
İçim acıyor. Kim bilir kaç kadın bu halde. Şiddet görüyor , bu aşağılayıcı davranışa maruz kalıyor, hiçleştiriliyor, gururu inciniyor, ruhu yara alıyor. Hem de kendisini dış dünyaya karşı koruyup kollaması gereken hayat arkadaşı yapıyor bunu. Aynı evi, aynı sofrayı, aynı yatağı paylaştığı adam yapıyor bunu. Ve kadın o hayata, o adamla devam ediyor. Bu boyun eğişin sebebi kişiye göre değişir elbet. Kimi maddi imkansızlıktan, güvencesi olmadığından susar. Kimi hastalıklı sevgisi yüzünden vazgeçemez.. Ya da çocuklarını mağdur etmekten korkar, öyle bir ortamda büyümelerinin aslında daha çok zarar vereceğini göz ardı ederek. Toplumun kötü gözle bakacağını düşünüp susanlar da vardır, ailesinin zoruyla bu cehennem hayatına devam edenler de....
Öyle ya, nasıl yetiştiriliriz biz ?
"Kol kırılır yen içinde kalır"
"Bu evden gelinlikle çıkar, kefenle dönersin"
"Erkek adam, döver de sever de.."
Bütün bunların sebebi, ailenin kutsallığını koruma, aile birliğini ayakta tutma adına olabilir mi gerçekten? önemli olan bireyin ruhsal ve bedensel sağlığını, bütünlüğünü korumak değil midir ? İnsanın vücut bütünlüğü onun kişisel haklarından değil midir? Anayasa bunu güvence altına almamış mıdır ? Madde 17:...Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyeti ile bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.." demiyor mu? Devlet bile bu sınırlamaya, yasağa tabi iken, bireyin başka birine bunu yapmaya hakkı olabilir mi? Düşünün;
-Annesinin ,her gün babası tarafından  şiddete maruz bırakıldığını gören,
-Kendisini düştüğü yerden kaldıran annesinin bir de  tokadını yiyen,
-Oyun oynadığı arkadaşları tarafından dövülen,
-Öğretmeninin de darp ettiği ......bir çocuktan nasıl anne-baba olmasını bekliyorsunuz ki ?Böyle bir insan küçüklükten zaten potansiyel şiddet eğilimlisi olmaz mı? 
Kadın vekilin bile şiddete maruz kaldığı bu toplumda , istatistikler öyle korkunç  ki !  Kadınların %97 si hayatında bir kez de olsa şiddet görüyor. Eşinden, babasından, erkek kardeşinden, erkek arkadaşından...Üstelik üniversite mezunları da şiddet gösterebiliyor. Yani öğretim görmüş ama eğitimden nasibini alamamış olanlar. Özellikle son zamanlarda şiddetin boyutları öyle arttı ki, ölüme varan sonuçlar  vererek hem de..
Ayrıca  bu  durum, buz dağının görünen kısmı.. Bir de henüz herkesin farkındalığına varamadığı, varsa da görmezden geldiği, önemsemediği başka şiddet türleri de var ki, fiziksel şiddetten aşağı kalır yanları yok bence.. Duygusal şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet, sözel şiddet, psikolojik şiddet.......Eğer bunları da istatistiklere dahil etsek, toplumun tamamı mağdur olur sanırım. Çünkü bu durumda kadın, erkek, çocuk  herkes buna dahil. 
Bunun çözümü kısa vadeli değil elbette. Devlet, öncelikle vatandaşına şiddet uygulamaktan vazgeçip, bireyler arası şiddete engel olmak için de ivedilikle ve etkili, kesin çözümler bulmak zorunda.İşe alınırken bile sabıka kaydı gerekmiyor mu? Ehliyet alırken nasıl sınava tabi isek, arabanın idaresi için bile eğitimden geçiyorsak, aileyi yürütmekle mükellef olacak tarafların da hadi geçtim eğitimi, sınavdan geçmeleri gerekmez mi ? Nasıl yeni evlenecek çiftler kan tahlili yaptırıyorsa,  kan uyuşmazlığını anlamak adına, ruhsal uyuşmazlığa engel olmak için, kişilik testinden geçirilemezler mi? Bir insanın şiddete eğilimli olup olmadığının 3-5 soruyla, bir kaç şekille anlaşılması bu kadar zor mudur? Bu tür bir problemi olan insana uygulanabilecek  mecburi bir  tedavi yok mudur ?
Ya toplum? Neden böyle adamları dışlamazlar? Neden onlarla teşrik-i mesaiye, sohbet etmeye, onlarla ticari ilişki kurmaya, alış veriş yapmaya, onlara hizmet etmeye devam ederler? Bir kadının yaptığı yanlışlığı ölümle cezalandıran töre, şiddet uygulayana nasıl bir ceza öngörür?
Toplumsal çöküş nasıl ki aileden başlıyorsa, eğitim de aileden başlar.. Lütfen, çocuklarınıza bir fiske atmadan büyütün onları...  Siz onlara şiddet uygulamayın ki, ileride onlar da şiddete meyilli olmasınlar...Gözünüzden sakındığınız evlatlarınızı sadece kendinizden değil, başkalarından da koruyun, sahip çıkın...
Kimbilir, belki sonraki nesiller bu zorbalıktan kurtulmuş olurlar...




.........



"Gönül evimin duvarları çok da sağlam değil"  .. dedi kadın..
"Ya gir gönlüme, yıkalım birlikte,
Ya da yık duvarları üstüme üstüme....."


22.11.2013

başka yolu yok ki....



dediler ki affetmek büyüklüktür
 ve öfke
insanın yüreğine ağır bir yüktür
karar verdim, affedeceğim,
hepinizi  azad edip,
yükümü hafifleteceğim
lakin,
kiminizi toprağa ,  kiminizi yüreğime gömdüm
ne sesimi duyarsınız, ne yüzünüzü görürüm
eminim
bu yük sırtımdayken ben
kahrımdan ölürüm

21.11.2013

........



intihara meylettim bu gece
uykusuz kafayla
ve yanında  bolca umutsuzlukla,
içtim
sana ait ne kadar anı varsa..
önce bir garip oldu içim
kıyamadım, 
vazgeçtim..
ama anladım ki, geciktim..
ben kurtuldum
ama yerime ölen sendin...


19.11.2013

........


yoksunluklarının rüzgarıyla insan, kuru  bir yaprak gibidir..
nereye ya da kime savrulacağı belli olmaz..
rüzgar dindiğinde,
geriye ,
geldiği yerin şaşkınlığı
ve yaşadıklarının  pişmanlığı  kalır...


17.11.2013

BİR SÜRE DAHA YOKUM...



Ne kadar çok ara vermişim meğer...
Okuyacaklarım birikmiş ama,   sanki eski hareket de kalmamış gibi. Henüz kış moduna giremedik sanırım...
Sizi bilmem , ben yazmaktan çok okumaya meyilliyim bu günlerde.. Yok, mecburum..  Bilenleriniz  vardır mutlaka. İkinci üniversiteye kaydoldum. Kayıt bittikten 18 gün sonra vizeler kapıya dayandı. Yani Pazartesi sınav haftam..
Anladım ki ambalaja aldanmamak lazımmış. Sen kalk  sırf adı var diye İstanbul Üniversitesi'ne kaydol... Sonra sisteme gireme,  hangi derslerden sınava gireceğinden emin olma, üstelik dün , sınavlara bir ders eklendiğini gör.. İki gün kala olacak şey mi ?  Üstelik benimle beraber  başlayan arkadaşın  ders listesine eklenmemiş bile, benden öğrendi... Halimiz içler acısı.. Nette gezinirken  öğrendiğime göre, geçen sene de aynı dertten muzdaripmiş öğrenciler.. İşte ben  önceden gezinmediğim için... Şimdi anlıyorum bazı şeyleri.. resmen "kervan yolda düzülür " mantığındalar. Sisteme girmek zor, şifre yanlış diyor, yeni şifre istiyorsunuz, gelmiyor.. Bir sürü can sıkıcı problem..
Ya hu, ne işin var senin Sosyoloji'de... İlle okuyacaksan git aşçılık oku,  doğru dürüst  pilav yapamıyorsun daha !.. diye az söylenmedim kendi kendime..
Ama yok, seviyorum ben okumayı, öğrenmeyi..
Her yeni öğrendiğim, bendeki karanlık bir noktayı aydınlatıyor sanki...
Bilinçaltıma iniyorum  yavaştan yavaştan :)
Görünenin ardındakini, gizleneni keşfetmek müthiş keyif veriyor..
Hasılı, bir süre hayalet gibi dolaşacağım blogda. Vaktim oldukça   okumaya çalışacağım.. Lakin, bir süre askıya almam gerekecek... Madem başladık, hakkını verelim, değil mi ama...




16.11.2013

.......

Sana içimden geldiği gibi bir şeyler yazayım dedim..
İçimden hiç bir şey gelmediği için yazamadım...


11.11.2013

HİÇBİRİ YETMİYOR HALİMİ ANLATMAYA...

Yeni kelimeler bulmalıyız..
Şöyle içimizi ısıtan,
Yalnızlığımızı sarıp sarmalayan..
Hiç duyulmamış, hiç söylenmemiş,
Biraz melankolik, biraz umut vaadeden ,
Ama hepsi bizden
Yeni kelimeler bulmalıyız...

10.11.2013

.......

İnsanların çoğundaki söz - tavır tutarszlığını gördükçe,
Hiç bir konuda kesin konuşmamaya karar verdim...
Yani,
Her an, her şeyi yapabilirim....

8.11.2013

........

Bir olaya, duruma,  insana, amaca çok fazla odaklanmayacaksın..Ne zamanını, ne enerjini, ne de  maddi - manevi birikimini tek bir yere hasretmeyeceksin..
Yoksa bir bakıyorsun ki,  ulaşmak için  deli gibi çırpındığın şeyler yüzünden , hayatında daha önemli  yer tutan başka şeyler sana teğet geçip gitmiş ve farkedememişsin..
Aslında bu sadece ulaşmak istediklerin yüzünden olmuyor her zaman.. Ters giden, olumsuz  durum- duygu halleri de  ayağa takılan  taş parçaları gibi.. Sendeleyip düşüyorsun.. Canın acıyor,  sızlanıp dertleniyorsun.. Bu da seni yolundan alıkoyuyor.. En azından o  süreçte   dış dünyadan kopup , içine kapanıyorsun.
Bazen kendimi , hayatımın seyircisi gibi hissediyorum..  Benim dışımda gelişiyor herşey ve ben zamanında müdahale edemiyorum..
Sebep işte bunlar..
Ya lüzumsuz bir şeyin peşine düşmüşüm...
Ya da  olmadık şeyleri kafaya takıp dibe vurmuşum....

6.11.2013

ZOR ŞARTLAR...



Zor şartların, insanın  yeteneklerini geliştirdiği söylenir..
Bir bakıma doğrudur..
Ancak unutmamak gerekir ki, her şey zıddıyla kaimdir.  Zor şartlar dediğimiz olguların insana ivme kazandıran, bileyen, iyiye tetikleyen bir tarafı olduğu gibi, dibe çeken, enerjisini tüketen  , hayattan  umudunun kesilmesine sebep olan  hali de  unutulmamalıdır.
Benim gözlemlediğim şu.. Maddi  açıdan ele alınabilecek olanların  , insanın  her açıdan sınıf atlamasına, ilerleme kaydetmesine yardımcı olduğu.. Ancak duygusal açıdan değerlendirdiğimiz şartların da insanı olumsuzluğa ittiği...


5.11.2013

........

Çocuklar ilgi çekmeyi sever.. Bunu normal yolla yapamazlarsa, kendilerine has yöntemleri kullanırlar..
Ya  şaklabanlık yapıp , alabildiğine sevimli olurlar, gülümsetirler, kendilerini sevdirirler ya da şımarıklık yapıp canınızı sıkarlar.. Hatta bazen canınızı yakarlar..
Çocuk gibiyim bu aralar...
Ancak gülümsetmediğim ve başımın okşanmayacağı kesin...
Korkuyor muyum ?
Sadece  en kötü kesinliğin  belirsizlikten iyi olduğunu biliyorum..
Emin olmak istiyorum...


4.11.2013

3.11.2013

GÜL VE DİKEN...



Genç adam ayağa kalktı,
Kompartımandan dışarı çıkıp, koridordaki pencereyi açtı..
Başını uzattı ,  ılık esen rüzgarı hissetti yüzünde...
Ellerini iki yana açıp gülümsedi..
İşte tam o anda,
Kendine doğru yaklaşmakta olan beyaz gülü farketti...
Tüm safiyeti ve masumiyetiyle gül , bağırıyordu sanki
" al beni, al beni "
 Elini uzatıp koparmak istedi..
Büyük bir heyecanla  gülü kavradı,
İşte o anda gülün dikenleri eline battı..
Acıyla  bıraktı gülü..
Dikenler elini kanatmıştı.
Hatta gülün beyaz  yapraklarına da kan bulaşmıştı..
Her şey bir kaç saniyede olup bitmişti.
Bu kadar kısa süre, ikisinin de hayatını değiştirmişti..
Genç adam, belki dikenlerin acısını çabuk unutacak,
Ama  sahip olamadığı  gülü asla aklından çıkaramayacaktı..
Gül mü...
O,  kırılan dalıyla asla başedemeyecek,
önce solup, sonra kuruyacaktı...





2.11.2013

.........

Kadın ya da erkek, fark etmez, huysuz bir insan düşünün... Geçimsiz,  etrafını huzursuz eden, insanın enerjisini alan , hatta daha da ileri gidip zulmeden birisi...
Zamanla bu insanın halim selim bir kişiliğe büründüğünü gördüğünüzde   acele etmeyin... Değişti, yola geldi diye  hemen sevinmeyin...
Önce bir düşünün..  Bu değişimin sebebi ne ?
Hatalarını anlamış olması mı ?
Yaptıklarından duyduğu pişmanlık mı ?
Yaşın ya da yaşanılanların verdiği olgunluk mu ?
Yoksa  karşısındaki insanların  bilinçlenmesi ve başkaldırmaya başlamaları mı ?
Güçler dengesinin değişmesi mi ?
Eğer  imkan bulsa, aynı  tavırlara devam  edip etmeyeceğinden emin değilseniz, boşuna sevinmeyin..Dışa vurulmasa bile  içinde aynı duygular saklıysa, o insana asla güvenemezsiniz........

LAF Ü GÜZAF .......4




İnsan hayatını ya da bir insanın niteliklerini, kendine has değerleri bir tablo gibi düşünün..
Ama domino taşlarından oluşturulmuş bir tablo...
     İşte hayatımıza dahil olan her insan bize yakınlığı, verdiği değer ya da kendi donanımı ölçüsünde bu domino taşlarından birini ya da bir kaçını devirerek , bizim tamamlanmamıza katkıda bulunur..Ancak bunun karşılığında bedel ödememiz de mümkün.. İhtiyari ya da mecburi ayrılıklar gibi... Ya da her canımızın acıması neticesinde tecrübelerimizin artması gibi... 
      Bazıları da hayatımıza girer, bir başkasının yaptığını bozarak gider.. İnsanlara olan güvenimizin sarsılması , hayallerimizin yıkılması, umutlarımızın kırılması gibi..Hayatımıza giren her insan bize güzellik katmaz çünkü...
Kimi insan çok şanslıdır.. İyi bir aile, bilinçli  ebeveyn sayesinde devrilen ilk taş, tüm güzelliği yavaş yavaş ve zamanı geldiğinde ortaya çıkarır.. Ya da bunu insanın ruh ikizi , eşi, dostum dediği kişi  veya mürşidi yapar ... ( Buradaki mürşid  doğru yolu gösteren, eğiten anlamında kullanılmıştır..) 
      En kötüsü ise, içinde sakladığı güzellikleri ortaya çıkarma imkanı bulamadan, kendini tamamlayamadan hatta tanıyamadan  hayatın sonuna gelmektir..
       Peki donanım  insanın içindeyse, kendisi dışa vuramaz mı ? Mutlaka birilerine mi ihtiyaç vardır ? 
    Elbetteki hayır. Ancak bunu yapabilmek için insanın kendini aşmış olması gerekir. Ne geçmişle kapanmamış bir hesap, ne insani zaaflar, ne de törpülenmesi gereken necis duygular....Bunların olmadığı insanlar da  büyük olasılıkla ya peygamberdir ya da evliyalar :))


31.10.2013

MİM / HAYAL KURMAK GÜZELDİR....




Hayallerinle Gel 'in başlattığı bir mim.. Şu ana kadar kaç kez mimlendim bilmiyorum ama hiç bu kadar zorlanmadığımdan eminim..
Hayal kurmayı pek beceremediğimi anladım  :)
Sadece yapmak istediklerimi sıralayabilirim.. Aslında Pe  Hito ve İnsan Yavrusundan sonra bu mimi cevaplamak abesle iştigal benim için ama neyse.. Okuyunca fena bozuldum. Bu ne kurgudur, bu ne yetenektir... Yetenek dağıtılırken ben ne yapıyordum acaba diye düşünmeye başladım ...
İstediklerim için çok geç kaldığımın farkındayım...
Akademisyen olmayı çok isterdim mesela, ama bu son zamanlarda,  yani işten geçtikten sonra zuhur eden bir istek :)
Mutlak bir enstrüman çalmayı öğrenmeliyim.. Piyano veya keman diyeceğim ama, hani bir tepsiyi ters çevirip ritmik çalmak da benim için yeterli olabilir...Çok hayalperest olmamak lazım..
Fas_İspanya  turu, bu sene yapılacaklar arasında, umarım gerçekleştirebilirim.. Çok pahalı bu turlar ya, devlet bi el atsın :)
Malum ikinci ünv. ye başladım , en az bir yıl okumayı planlıyorum, gerisine söz veremem.
Emeklilik döneminde küçücük, sevimli bir yerde yaşamayı istiyorum, ama şehre de çok uzak olmamalı. Mesela Çiçekliköy bunun için ideal.. Hatta ben de  küçük bir kahvaltı salonu açabilirim. Ama halihazırda olanlardan farklı bir konsepti olmalı... Mesela açıkbahçe... Evet ya, şimdi aklıma geldi. Açık büfeye alternatif.. Bahçeye girsin millet, domates, biber, salatalık dalından koparsın  koysun masaya... Tamam  süt sağıp, peynir yapsınlar demiyorum :) O benden ... Benim kahvaltı salonumun küçük hobi odaları olmalı... girişte ver 20 tl mesela,  tuvali, boyası , fırçası benden  tablonu yap, hatıra olarak al git.. Ya da  Ebrudan bir tablo olabilir...Çamurdan   testi,  tabak, çanak da yapılabilmeli....... Bunu genişletmem lazım azıcık... Tuttum ben bu fikri....
Yıllardır söylerim ama yapmaya cesaret edemedim henüz..Tek başıma  rotası anlık geliştirilecek , amaçsız kendimi yollara vurasım var. İstediğim yerde durup, istediğimi yapmak...Hiç değilse 4-5 günlük bir gezi...
Bahçeli evlere soğuk bakmışımdır hep nedense... Ama  küçük sevimli, baraka  tarzı bir evim olsun istiyorum. Bahçesi de çok büyük olmamalı... Ama bi divan atıp, üzerine çardak yapmalıyım...
Bu kadar yeter sanırım... Bunlar olsun  hele,  daha ne isteyeyim:)
Kimseyi mimlemiyorum, isteyen yapabilir :)


Not: Aşağıdaki resimler Pabuç için eklenmiştir :)



 






30.10.2013

LAF Ü GÜZAF.....3

Bu neden başıma geldi  diye düşünmemek lazım.. Ya da  bana neden böyle yaptı / davrandı ...
Bir insanın ruhunda basitlik ve kalleşlik varsa, insani değerlerin çoğundan mahrumsa, istediğin kadar  dik dur karşısında. İnsan ol, dürüst ol, iyi ve anlayışlı ol..
Farketmez, o kendine yakışanı yapacak ve canını acıtacaktır mutlaka...




29.10.2013

LAF Ü GÜZAF....2

Bir insanı ne kadar severseniz sevin mutlu edemeyebilirsiniz...
Çünkü sevgi  soyutluğuna inat, somutluk ister...
Sözle yetinmez, icraat ister..
Eğer  sevmek fiilinin içini dolduramıyorsanız, yani sözlerinizle  davranışlarınız birbiriyle örtüşmüyorsa   problem var demektir.
Bir de şu var tabi ki, sevgi dilinden anlamak... Herkes sevgisini farklı dile getirir,  sevildiğinden farklı şekilde emin olur. Bu ikisi örtüşüyorsa, ne mutlu size...
Dilin, gözlerin  konuşması kadar, sevgi dilinin uyumu da önemlidir...





25.10.2013

LAF Ü GÜZAF.....1

      Madem her gün saatlerce konuşuyoruz, bari çıkardığımız sonuçları  derle topla, blogda yayınla dedim,  sen yayınla deyip, üzerime attı... Bence güzel bir seri olur....En azından denemiş oluruz, beğenmezsek siler atarız, yumurta küfesi yok ya sırtımızda... Bu lafı ne çok kullanır oldum bu günlerde....:)

- Bazı insanların meslek seçimlerinde , ideallerinden ve hayallerinden  ziyade geçmişte yaşadıkları travmalar  etkili oluyor. Kötü geçmiş bir çocukluk, aile içinde yaşanan şiddet, anne-baba sevgi ve  şefkatinin eksikliği, had safhadaki geçim sıkıntıları,  aileden birinin amansız hastalığı...... Bu nedenlerden dolayı, zengin bir işadamı, doktor, hukuk adamı.... gibi olayların gidişatını değiştirebileceği ya da gücü elinde bulundurabileceği, haksızlığa uğrayanın yanında yer alabileceği mesleği seçiyor, örselenmiş çocukluğa sahip olanlar...
      Ve ne yazık ki bu travmaların çoğunun tedavisi ya mümkün değil ya da çok zor. İşte bundandır ki, eğitimi, titri, sosyal hayattaki yeri ne olursa olsun, karşıdan ne kadar saygın görünürse görünsün,  bu insanların ruhunu ele geçiren zaafları var, kimsenin bilmediği karanlık yönleri. Hiç ummadığınız bir anda karşınıza çıkan ve sizi şaşırtan, inanmakta güçlük çekeceğiniz ve asla konduramayacağınız  yönleri.... ya da kim bilir..." yönlerimiz"... var.....





KIRIK KANATLAR / HALİL CİBRAN



      Halil Cibran.. Lübnan doğumlu olmasına rağmen, Amerika'da uzun yıllar yaşamış yazar, şair, ressam ve filozof....Belki çok yönlü olması nedeniyle, kitabı okurken şiirsel bir dil hissettim. Tanımlamaları, tahlilleri ve tasvirleri oldukça etkileyici..
    1883 yılında doğan yazar, daha 16 yaşında iken  Amerika'dan vatanına yaptığı ziyaret neticesinde,  umutsuz bir aşka tutulur, Yaşadıklarını iki yıl sonra kaleme aldığı  " Kırık Kanatlar " kitabıyla ölümsüzleştirir.
       Kırık Kanatlar,   babasının isteği doğrultusunda piskoposun yeğeni ile evlenmek zorunda kalan Selma Kerami ile  Cibran'ın umutsuz aşkını anlatırken,  aynı zamanda toplumun kadına bakışını da irdeliyor. 
       Gerçek aşk, ruh bütünlüğüdür. Eğer iki ruh gerçek anlamda birleşmişse, toplumun baskılarından, yargılarından  ve koyduğu kurallardan  sıyrılmış, zaman ve mekanı aşmış demektir. Bu nedenle de  bedenlerin ayrı yerde olması aşka halel getirmez. Tam aksine, aşkın temizliğini, aşka rağmen dürüst  ve ilkeli kalabilmeyi mümkün kılar. 

Kitaptan hoşuma giden bazı satırlar ;

- Saflığın insanı boş kıldığı, boşluğun da onu aldırmaz yaptığı söylenir.....Fakat çok hisseden ve az şey bilen duyarlı genç, iki güç tarafından zorlandığı, kemirildiği için, güneşin altındaki en talihsiz yaratık durumundadır. Yalnızlığın yumuşak, ipek elleri vardır, güçlü parmaklarıyla  yüreği kavrar ve ıstırapla inletir onu. Yalnızlık kederin müttefiki olduğu gibi, ruhsal yücelmenin de yol arkadaşıdır .  (s.7)

- Ve anladım ki, insan hayatında en azından bir kere yeniden doğmazsa, var oluş kitabında  boş bir sayfa olarak kalıyor. (s.9)

- Gerçek güzellik , adına aşk denen ve kadınla erkek arasında var olabilen , gönüller arası ruhi bir rabıtadır. (s.19)

- Aşk hayatta bulunabilecek tek sahici özgürlüktür, çünkü ruhu  öylesine yüceltir ki, ne insanların yaptığı yasalar ne de  doğanın  ortaya koyduğu olgular  karmaşası yolundan çevirebilir onu.. ( s.21)

- Sessizlik ölümden daha acıtıcı değil midir ? (s.23)

-Mahzun bir gönül, ancak benzeriyle birleştiği zaman huzur bulur..(s.26)

- İki ruh arasında anlaşmanın tek yolu konuşmak değildir....... Ağızdan çıkan sözlerden daha büyük ve saf bir  şey var : Sessizlik.. (s. 31)

- Aşk ruhsal yakınlığın ürünüdür ..(s.37)

- Kendi ruhumu seninki için bir zırh haline sokacağım; kalbimi senin güzelliğin için bir barınak  ve göğsümü de elemlerin için bir mezar yapacağım... (s.61)

- Kadın , bir ulus için lambadaki  ışık gibidir.Lambanın haznesindeki yağ az olunca, ışık da cansız olmaz mı ?
  Kederli ruh, onu ayakta tutacak ferahlamayı yalnızlıkta bulur. Yalnız ruh, yaralı bir geyiğin sürüden ayrılması gibi, insanlardan uzaklaşır ve iyileşinceye ya da ölünceye kadar bir mağarada yaşar.. (s.77)

- Engelleri, zorlukları göğüslemeye cesaret etmek, rahata ve emniyete boyun  eğmekten daha soylu bir davranıştır.  ( s.79)

- Anne,  her şeydir bizim için. kederli günlerimizin tesellisidir o ; sıkıntılı günlerimizin umudu ve kendimizi zayıf hissettiğimiz anlarda yanımızda hissettiğimiz güç....Aşkın kaynağıdır o ;  aşkın, merhametin, sevginin ve bağışlamanın..
Ve anne, bu yaratılmış alemini topyekun varlığın prototipi, güzellik ve sevgiyle yoğrulmuş ezeli ruhudur .(s.84)

- Umutsuzluk, görme gücümüzü zayıflatır, kulaklarımızı da tıkar. Gamdan, kasvet veren hayallerden başka bir şey  göremez, acıyla sıkılıp açılan kendi yüreğimizin vuruntusundan başka bir şey işitemez oluruz. (s. 91)

- Ateşle arınan ve gözyaşıyla  yıkanan ruh, halkın utanç ve şerefsizlik dediği şeyden daha yücedir ve insan kalbinin ürettiği yakınlık duygularına karşı çıkarılmış tutsaklık yasalarından ve adetlerden de bağımsızdır. Bu ruh,  utanmadan ve özgüven içinde  Tanrı'nın huzuruna çıkabilir. (s.98)

- Zulme başkaldırmayanın kendisi de bulaşmıştır zulme..(s.104)

- Koşullu ya da sınırlı sevgi, sevende, sevilene sahip olmak ister ; ama sınırsız ve koşulsuz  sevgi, sevende yalnızca  kendisinin var olmasıyla  yetinir. (s.107)

- Engelleri ve zorlukları aşmayı cesaretle göze almak, bencilce huzur ve güvenlik aramaktan daha asil bir davranıştır.  (s.108)

- ...Bir kere Tanrı'nın gölgesini  gören ruh , artık bir daha korkmaz şeytani hayaletlerden..Ve bir kere göğün nuruna , rahmetine  çevrilen  göz, bir daha yeryüzünün acılarıyla kararmaz. (s.111)



İyi okumalar...




24.10.2013

İYİLEŞEMEYENLER.....


Akıl ; affet,
unut,
zamana bırak diyor...
Ama yürek öyle mi ya,
yürek unutmuyor,
yürek affetmiyor...
Kırıklarım çok derin, ulaşılamaz yerde diyor..
İşte bundandır ki,
mesafeler kapanmıyor,
ruhlar birleşmiyor...



22.10.2013

ÜŞÜYORUM...


Öyle kelimeler ser  ki  üzerime ...
Yüreğim  ısınsın...





ŞİMDİ OKULLU OLDUK, SINIFLARI DOLDURDUK.......

Neredeyse kaçırıyordum başvuru süresini. Az evvel iyi ki aklıma geldi de hallettim. En azından online başvuru tamam. Şu andan itibaren üniversite öğrencisiyim :)
Felsefe mi sosyoloji mi gelgitlerinden sosyoloji galip çıktı . Psikolojiyi tercih ederdim ama, ne yazık ki öyle bir bölüm yok. İstanbul Üniversitesine kaydoldum, kaç senedir açık öğretimi var araştırmadan üstelik. Umarım  yanlış yapmamışımdır. 
İkinci üniversite düşünenler varsa ellerini çabuk tutsunlar derim. 1 Kasım  son başvuru tarihi...
Başvuruyu yapar yapmaz, " biter mi bu dört yıl " dedim... Bitireceğime hiç ihtimal vermiyorum gerçi ama zorunluluk yok nasılsa.... Malum, çabuk bıkıyorum her şeyden:) 
Atılsam da sıkılsam da, başka bölüm seçerim :) Tarihte de aklım kaldı mesela....Yine de ümitvar olmakta fayda var.....









20.10.2013

YARIM KALDI / K



Yarım kalmak nedir bilir misin ?
Başladığın bir kitabı bitirememek...sonunu merak ederken üstelik...
Ya da ince belli bardaktaki çayı soğutmak..
Girdiğin sokakta çıkışı bulamamak nedir bilir misin ?
İncitmekten korkarak başladığın cümlelerin gerisini getirememek...
İşte öyle yarım kaldım ben. Artık ne geri dönebiliyorum, ne de bir adım atabiliyorum.....  Şu an mı ? İnan yaşadığımı  bile anlayamıyorum  bazen..
İlk kez dün fark ettim  sonbaharı. Hatta belki de hayatım boyunca hiç böylesine içimde hissetmemiştim, düşen sarı yaprakları, rüzgarda savruluşlarını.... Böylesine üşümemiştim akşamın karanlığında , ürpermemişti içim...
Korkuyorum galiba... Kış gelecek eminim, ama ardından  bahara ulaşır mıyım bilemiyorum..





15.10.2013

MUTLU BAYRAMLAR.....

Bugün kimsenin boynu bükülmesin,
Kimse zulüm görmesin ,
Herkes mutlu
Herkes umutlu olsun..
Bugün
ve hergün ...





14.10.2013

BEN DE BÜYÜYÜNCE "AYKIRI" OLCAM !!!

       

   Her bayram gittiğimiz bir teyze vardı.  O'nu ziyaret etmeye bayılırdık. Küçük havuzlu, kenarında renk renk gülleri olan  bahçesi insanın içini açardı.. Yüzünde hep hüzünlü bir gülümseyiş ......  Sevgi doluydu. Çok yaramaz bir oğlu (  yaramaz dediysem, çocukça yaramazlıklar değil,  koca adamdı  )  vardı ve onun her hatasına rağmen sarıp sarmalaması,  sahiplenmesi hoşuma giderdi. İşte annelik bu derdim. Ne olursa olsun, evladını bırakmama...
        Asıl hoşuma giden yönü ise, bayramlarla   kısıtlı  olan  ziyaretlerimizde tatlı yerine yaprak sarması, biber dolması ikram etmesiydi :) Ve şeker yerine sakız.... Seviyorum bu tür kalıpları aşmış insanları, kendine özgü tavrı olanları...




10.10.2013

KÖR BAYKUŞ / SADIK HİDAYET




"Yaralar vardır  hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta  yiyen, kemiren yaralar..."
       İşte böyle  başlıyor  İranlı  yazar Sadık Hidayet'in  kitabı.. Elbette bu cümle ile  beni hemen içine alıveriyor..Anlıyorum ki,  kim ve ne olursa olsun, bu dünyada yaşayan her insanoğlunun ruhunun derinliklerinde bir açmazı var. İşte hayat, bu açmazların ya da yaraların gölgesinde sürüp gitmeye mahkum.. Ya güçlü olup , savaşacak, yüzleşecek , iyileştirmeye çalışacaksın. Ya da  Kör  Baykuş'ta olduğu gibi yenilip, vazgeçip,   iblise teslim olacaksın..  Belki de  özellikle  sanat dünyasındaki eserler,  bu mücadelede  çekilen sancının güzel bir dışa vurumu...
       Sadık Hidayet,  1903 yılında Tahran 'da doğmuş,  itibarlı bir aileden gelen , İran Edebiyatı'nda önemli bir yer edinmiş büyük bir yazardır. Uzun yıllar Fransa'da kalmış,  iki kez  intihar girişiminde bulunup, üçüncüsünde ( 1951) bunu gerçekleştirmiştir.  Kitabın sonundaki  Sadık Hidayet Biyografyasında  O'nu yakından tanımamızı sağlayacak şu cümleler geçmektedir :

        - Adamdan saymadıklarına karşı dümdüz tutumu, bayağılık ve şirretlikleri maskaraya çeviren kıvılcımlı zekası, hiç bir ayrıntıyı atlamayan belirgin gözlem yeteneği; karakterinin belli başlı özellikleridir.
         - Bir nükteciydi Hidayet, çok zaman o maskesi ardındaki üzgün düşünürü görmek imkansızdı hemen hemen.  Bazı kimseleri ciddi bir söz söylemeye layık görmez, onlarla eğlenirdi sadece ; ama edepsizleşip gönüllerini kırmak istemezdi hiç.
         - Ömrünün son yıllarında  afyon düşkünlüğü, kapıldığı ümitsizlikten  ve hayatını  yavaş  yavaş ölüme teslim etmek niyetinden ileri geldi.
          - Bu roman, daha çok, sessizce katlanılan bir acının ifadesidir; kendisinin çektiği, onunla beraber hisseden ve terörün susturduğu diğerlerinin çektikleri acıların ifadesi..

      Kör Baykuş, İranlı olmasına rağmen, yazarın Hindistan 'da yayımladığı bir roman. Bir çok dile çevrildiği gibi, Behçet Necatigil çevirisiyle de Türkçeye ve bize kazandırılmış bir başyapıt...
      Elbetteki, ilgi ve bilgi alanım olmaması sebebiyle kitabı eleştirecek değilim. Amacım, henüz okumayanlara duyurmak. Kitap oldukça kısa. Ancak her bir cümlesi geniş açılımlar yapılabilecek kadar anlam yüklü... İlk başta  okurken devaju mu dediğim cümle tekrarları, zamanla yazarın tarzı olduğunu  anlamamı sağladı.  
      Kitap gerçekle hayalin arasında   savuruyor okuyucusunu.  Derin bir hüzün, derin bir yalnızlık, ölüme meydan okuma, ama mümkünse   ölümden sonra  yok olma isteği hakim . Bütün bunlara sebep ise, daha çocukluktan başlayan  aşkın, tutkulu  ve platonik olması sebebiyle, saplantı haline gelmesi, aşkın  nefretle , tıpkı bir "adamotu" gibi  birbiri içine girmesi... Kitapta birbirinden farklı bir çok  kişinin, aslında tek bir kişiliğin yansıması olduğunu  sonunda anlıyorsunuz. Yani kitabın kahramanı ile sevdiği kadının değişik karakterlere bürünmüş halleri......
İşte kitaptaki ,  çok hoşuma giden cümlelerden seçmeler:

- Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince  düşüncelerimi kendime saklamalıyım.. (s.15)

- Sanki ismini eskiden biliyordum. Gözlerinin parıltısına, rengine, kokusuna, hareketlerine öylesine aşina idim ki, ruhlarımız  önceki bir hayatta , cisimsiz maddesiz bir alemde karşılaşmış da tek asıldan, tek maddeden oluşmuş, böylece  bizim yeniden birleşmemiz  adeta kaçınılmaz olmuştu. Ben bu haytta da onun yanında olmalıydım.  (s.20)

- Hem sonra , yaşarken nasıl başkalarının uzağında kalmışsa, şimdi de diğer ölülerin uzağında kalması gerekiyordu. (s.32)

- Zifiri bir gecenin koynunda kımıldayıp duruyordum, ömrümü dalgalarına gömmüş, derin bir geceydi bu...
   Doğa ile aramda bir bağ kurulmuştu, ruhuma inmiş, çökmüş derin karanlıkla benim aramda bir bağ. Böyle bir sessizlik, bizim anlayamadığımız bir lisan gibidir. (s.33)

-  ....sanki ben ömrüm boyunca bir kara tabutta uyuyordum hep..... (s.34)

- Ben hep, dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar*  gibi olan insan daha iyi insandır diye düşünürdüm.. (s.39)

- Bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi. (s.39)

- Pencereden dışarı bakmaya korkuyorum, kendimi aynada  görmekten korkuyorum. Nereye baksam  çoğalmış  gölgelerimi görüyorum .. (s.40)

- Hayat bana tek ve değişmez  bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti adeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibi  eritti. (s.41)

- Dünya , ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. Evin bütün odalarını yalın ayak dolaşmak zorundaydım  sanki .. (s.55)

- Ben çoğu zaman , unutmak, kendimden kaçmak için  hatırlıyorum çocukluğumu.. (s.60)

- Tek tesellim ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya  bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim ? Bana göre değildi bu dünya.... (s.69)

- Yalnız ölüm  yalan söylemez !
   Ölümün varlığı  bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından  bizi o kurtarır.. ( s. 69 )

- ....ayna karşısında konuşuyordum  kendimle  " Derdin öyle derin ki,  gözlerinin ta derinlerinde. Ağlayınca gözyaşın gözlerinin derinlerinden geliyor, yoksa akmazdı gözyaşların ! " (s.72)

- Bu dünyanın insanlarıyla, dirilerle nasıl konuşulduğunu unutmuştum her halde... (s.76)

-.... oysa bütün kalbimle  de tiksiniyordum  ondan, öyle sanıyordum ki aşk ve kin  aynı şeydiler.. (s83)

- Başka türlü düşünüyor, başka türlü hissediyordum; ve bilmiyordum kendimi onun elinden - içimde uyanmış ifritin elinden - nasıl kurtaracağımı. (s.84)

- Önümdeki mangalın ateşinden, geriye bir üfleyişte uçup gidecek bir avuç kül kalmıştı. Hissettim ki benim düşüncelerim de  dayanıksız  bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar.. ( s.85)

 İyi okumalar...






* Butimar, deniz kıyısına çöken , ancak denizin  bir gün kuruyacağı düşüncesiyle hiç su içmeyen bir kuş.



......

Kendi başımda nöbet tuttum bu gece..Uyutmamalıydım kendimi. Öyle kabus görme korkusu değil benimki. Görürsün... Etkisi en fazla bir kaç gün sürer.... Unutursun. Kötü de olsa, rüyadır neticede..Uyanırsın...
Benim korkum başka..Hani  şerrinden korktuğum için  duvarlar ördüğüm, engeller kazdığım,  bazen kuyulara girip saklandığım  o duygular var ya,  o duyguların neticesi, getirisi olan düşünceler...İşte ben uyurken , onların beynime hücum etmesinden endişeliyim..
Artık uyuyamıyorum...






8.10.2013

TEMEL VE BEN....

Bi'şeyler ters gidiyor bu aralar..
Sağdan bakıyorum olmuyor, sola dönüyorum olmuyor...
Yok,  ne kadar empati yapsam boş, anlayamıyorum..
Bazı insanlarla ortak noktada buluşamıyorum..
İşin ilginç tarafı, zerre kadar  "acaba" sorusu takılsa kafama, üstüne gideceğim ama  o kadar da eminim haklı olduğuma...
Bunların hepsinin mi mantığı ters işliyor ya hu diyorum kendi kendime.. İşte o zaman bir fıkra geliyor aklıma..
Temel otobanda  giderken, radyodaki yayın kesilir  ve bir anons duyulur. " ........  otobanında seyretmekte olan sürücüler, dikkat !!, bir araç ters yönde yol almaktadır.."
Temel elini kaldırıp kendi kendine söylenir " ne biri, ne biri, bunların hepsi ters !!!"



7.10.2013

DUYGU YÜKLÜ MİM...



Hepimize hayırlı uğurlu olsun, mim sezonumuz açılmış sanırım.. Hayallerinle Gel mimlemiş , söz verdiğim üzere cevaplayayım dedim...

1- En çok kırıldığın / incindiğin  kelime ?
 Bu sorular çok mu zor oluyor anlamıyorum..İnsan düşünmeden cevap verebilmeli ama cevap bulamadım. Çünkü bana göre kelime değildir inciten.  Söylendiği an, söyleniş tarzı, söyleyen kişi önemli... Şartlar olgunlaşmışsa "nasılsın" kelimesine bile kırılır insan. O kadar yersiz kalır bazen bir kelime... Düşünün, Karadeniz'de gemileriniz batmış kadar üzgünsünüz, bayanlar muhtemelen salya sümük ağlama halini de ekleyebilirler, işte tam o anda karşınızdakinden  bi'şey beklersiniz, dokunmasını, sarılmasını..... O kalkar "nasılsın"  der, işte buna bile kırılırsınız...

2-Herkesin kullandığı bir kelime olur,  ama senin için özel olan bir insan bu kelimeyi kullandığında alınırsın..Ne düşünüyorsun ?  ( sorunun  şeklini azıcık değiştirdim :))
Özel olma hali  karşılıklıdır  bana göre. Benim için özelse, ben de O'nun için özelimdir.  Yoksa tek taraflı anlamı olmadığı gibi, yıpratıcı oluyor.... İşte o özelim olan kişinin   " çok yalnızım"   demesi beni kırar.. Sen böyle düşünüyorsan, ben neciyim derim... Yok  diyemez, dememeli, öyle hissettiği anlar olabilir, olacaktır , ama yüzüme vurmamalı...Fena halde kırılırım...

3- Seni en çok duygulandıran şarkı ?
Sezen Aksu'nun  şarkıları duygulandırır...Emre Aydın da etkiler... Ama ille de tek bir şarkı derseniz  "Olmaz ilac sine-i sad pareme, çare bulunmaz bilirim yareme..." çok sık dinlemem, ama çok severim..

4-Daha önce seni bırakan birisi geldi, senden ikinci bir şans istedi, sen de verdin. Buna rağmen  yine bırakıp gitti...Şimdi pişman, ne yaparsın, ne  hissedersin ?
İşte yine bir yuvarlak cevap daha... Ortada hala yaşanacak birşeyler kaldıysa, seviyorsam, sevdiğine inanıyorsam , pişmanlığı inandırıcıysa  bir şans daha veririm. Tabi geri döndüğünde zor durumdaysa,  herhangi bir menfaati varsa, bu beni düşündürür..Acaba sorusu kafama takılır.  Bunu sadece kadın- erkek ilişkisi olarak ele almadım.. Arkadaşlıklar için de geçerli.  Herşey yolunda olduğunda benden uzak durup,  başı derde  ya da zora girince bana dönene (hislerim de eskisi gibi değilse eğer )  sanırım çok fazla şans vermem. Mesafeli olurum..

5-Nefret mi aşk mı ?
Yoğun ve tutkulu olan hangisiyse işte o :))

6-Birinin kalbini kırdığında nasıl gönlünü alırsın ?
Yazarım, konuşurum, yanına giderim... Ama bazen öyle haller oluyor ki, iki taraf  ta  karşılıklı kırılıyor.. Kırgınlığım çok fazlaysa, artık hiç bir şey yapmayıp, o insandan yavaş yavaş kopuyorum..

7- Nasıl ağlarsın, bağırarak mı, içine atarak mı ?
Yok yaaa, sessizimdir ben.. Hatta çok iyi kamufle ederim. Bir insanla konuşurken, sohbet ederken, gülüp eğlenirken bile ağlayabilmişliğim vardır.  Gözlerimi farkettirmeden sile sile....

8-En çok korktuğun şey ?
Yaşlandığımda başkasının yardımına ihtiyaç duyar hale gelmek... Büyüklerimiz derdi ki, 3 gün yatak, dördüncü gün toprak :) Kısa vadede, evde yalnızken elektriklerin gitmesi veya sesler duymak  çok korkutur beni...

9- Ruhun sıkıldığında ne yapmayı seversin, kendini nasıl sakinleştirirsin ?
Düşük dozda olanları kendi içimde halletmeye çalışırım.. Orta dozda ise  film izlerim, pcde oyun oynarım...Daha da ileri aşamada ise, çok sevdiğim  iki arkadaşım var onlarla konuşurum...Mutlaka beni sakinleştirirler..

10-Bazen kızılmasından hoşlanırsın, peki en çok ne için kızılmasını seversin ?
Ne yaptığımın önemi yok.O kızmanın içinde hafif yollu sevgi, değer verme, önemseme.....olacak. Çok klasik bir cevap oldu sanırım ama öyle işte...

11-Şiir / müzik / öykü / deneme
Sanırım deneme, ardından şiir..

12- En son ne için ağladın ?
Giden, tekrar gelip bir daha diyen, sonra yine giden biri yüzünden ağlamıştım :)

13-Birinde hemen etkilendiğin özellik ?
Ruh dünyası yaralı olanlardan çok etkilenirim.. Dengesiz olanlardan, kendini ve dünyayı sorgulayanlardan...

14-Dayanamadığım şey ?
Zor bir soru..Duygusal anlamda acı çeken birine yardım edememek sanırım..

15-En sevdiğin duygu ?
Samimiyet.. Özellikle insanın kendisine karşı bile samimi olmakta zorlandığı bu zamanda....

 Benden bu kadar :) Yeterince samimi olmuştur umarım :)






YARIM KALAN Bİ'ŞEYLER VAR....


Kışın erkenden bastırması gibi, çok zamansız oldu bu ayrılık...
Söylenecek ne çok şey vardı oysa....





6.10.2013

DOLANDIRICI GELDİ HANIMMMMMM....

Kırk yıl düşünmeme gerek yok. Ben kendimi bilirim, saflık akıyor benim suratımdan..Bilirim böyle hallere düşmek tam bana göre..
Karabağlar  mı acaba o caddenin adı. Öyledir muhtemelen. İşte  o büyük caddede  trafik oldukça yoğun akıyor. Üç geliş, üç gidişli... Cuma günü gidiyorum. Arkamdan bir araba ha bire selektör yakıyor. Bir hafta önce arabada bir problem çıkmış, çekici çağırmak zorunda kalmışım.  Birden aklıma o geldi, ya  sakın alttan dumanlar çıkıyor olmasın,   lastikte bir problem olsa farketmez miyim, ben anlamadım da arkamdaki araba mı farketti acep, yoksa bu beni tanıyan biri de  durdurup selam mı vermek istedi ?  Bir yandan da el kol işareti yapıyor. Çektim kenara, adam  sağ cama yanaştı,tanıdık değil, yine de camı  açtım..
" Abla kusura bakma rahatsız ettim, cenazemiz var , Aydın'a annemleri almaya gidiyorum"
Tamam  durum anlaşıldı, şimdi param yok deyip, parfüm satacak ...Çünkü iki kez de böyle bir şey başıma gelmişti..
" Aceleyle çıktım evden, yanımda  hiç param yok, arabada da benzin yok"
 Kızım telve  işte tam şu an dolandırılmanın eşiğindesin, istediğin tarafa dön, gülümseyerek el salla....
"Ben ne yapabilirim"  diyorum.."
"Yardım etsen abla,  sana geri ulaştırırım"
Hayda,   al başına dert... Ya insanları ne diye vicdanlarıyla baş başa bırakıyorsun. Senin hiç mi arkadaşın, konu komşun yok. Falan yerde çalışıyorum diyorsun, ne diye gidip patronundan istemiyorsun..
Hani derler ya,  kapkaça uğradınız mı, direnmeyin, bırakın çantanız gitsin,  canınıza kastetmesinler diye...  Açtım çantımı uzattım parayı.. yeter ki gitsin başımdan..
"Bu beni götür mü ki ?"
İnsaf,  ben bilmiyor muyum  Aydın kaç kilometre,  ne kadarlık benzin gider, araba ortalama ne kadar yakar... Hem  bunun  çok ucuz bir hikaye olduğu belli değil mi ?
Telimi istiyor. Parayı geri getirecek güya.. Büronun telini veriyorum..
İçimden ne olur getir parayı diyorum.. En azından ara, getireyim mi diye sor.. Ben de gerek yok, sen de ihtiyacı olan birine ver diyeyim... Yeter ki insanlara olan,   gram kalmış güvenimi tüketme.. Yeter ki, gerçekten  muhtaç birine şüpheyle yaklaşmama, sırtımı dönmeme sebep olma... Ben  birine yardım etmenin hazzını yaşama derdinde değilim. Aptal  durumuna düşmüş olmayı da kafama takmam inan bana. Ama hala  iyi , dürüst, içten insanlar olduğuna inanmak istiyorum. Üç kuruş para için şerefsizlik yapan, insanların iyiniyetini su_i istimal  edenlerin var  olduğunu düşünmek istemiyorum... Tamam, ana babasını öldürebilecek kadar gaddar evlatlar  var, yaşlı anasını para vermiyor diye  öldüresiye döven   cani ruhlular var. Ama  bu insanların alayı böyle dedirtme bana...Getir şu parayı !!!!!
Yolda arkadaşım arıyor. Olayı anlatıyorum... Aman bi fırça yiyorum ki sormayın.  Ya adam spreyle beni bayıltsa,  eşim  bayıldı deyip alıp gitse ne yapacakmışım, yolda beni bi kenara attığına şükredermişim. Nasıl bu  kadar akılsızca bişey yapmışım...   Haklısın be gülüm...  Ama  ben böyleyim işte.. Elinde  "dolandırıcı geldi hanımmm" yazılı pankartla biri yanaşsa,  yine de   arkamı döner gider miyim emin değilim... Sanırım  ben cidden çok safım...





...........

Boşuna dememişler,
" Herşey olacağına varır.."
Eğer  müdahale eder, olağan akışı bozarsanız,
Ne kadar iyi niyetli olursanız olun,
Verdiğiniz zararı telafi edemezsiniz....






3.10.2013

KİMSEYE SONSUZ KREDİM YOK....

    
     "Orada alicenap bir duruş sergileyemedin" dedi... Başka biri söylese, bu cümleye bozulurdum. Enaniyetime  ters düşerdi. Ama biliyorum ki, objektif değerlendirmiş. ....." Doğru " dedim...
 (Aslında bu kelimeden kasıt,  birebir sözlük anlamı değildi elbette.. Yüce gönüllülük anlamında kullanılmıştı. Ortada onursuzca bir durum yok yani )
     Bu cümle çıkış noktası. Konu uzadı .. Kime, ne kadar, nereye kadar taviz verilmeli, hoşgörü tanınmalı ? Bunun  sınırı olmalı mı ?  Davranış tarzını belirlerken ölçü nedir ?
     Herkesin görüşü, doğrusu ,  tavrı elbette farklı olacaktır...
     Benim düşüncem, insan   kendi kişiliğine, doğrularına ( bu doğrular yazılı yazısız toplum kuralları da göz önünde bulundurularak, yaşanmışlıkların insana kazandırdığı değer yargılarının süzgecinden geçerek belirlenmeli )  ahlak anlayışına, insan ilişkilerine verdiği öneme  yakışır biçimde davranmalı her zaman.  Yani karşınızdaki buna değer mi değmez mi düşünmeyecekseniz.  Öncelikle kendi vicdanınızın sesi ve gereğidir yapılması gereken.. İyi, kendi zafiyetlerinden olabildiğince arınmış, her türlü kötü his ve düşünceden uzak durmaya çalışan  bir insanın ölçüsüdür bu. Karşı taraf bunu takdir eder ya da etmez o ayrı mesele...
     Ancak, hoşgörüde sınır tanımamak, insanın kendisine eziyet etmesi demektir.  Yok bu genelleme oldu. Şöyle düzeltelim, ben sınırsız bir hoşgörü tanıyamam kimseye.. Kim olursa olsun. İsterse canımın parçası , hayatımın anlamı, yaşama gayem...... gibi,  büyük büyük laflar ettiğimiz insan olsun karşımda farketmez... Çünkü unutmamak gerekir ki ben de insanım.. Demirden değilim ki.. Duygularım var, bıçak sırtında seyreden hassasiyetlerim var. Korumakla mükellef olduğum  ruh  ve akıl sağlığım var...
    Hoş görürsünüz, yapılan hatayı affedersiniz, görmezlikten gelirsiniz, amenna.. Belki bu  tavır, karşı tarafın kendisini sorgulamasına sebep olur. Belki durup, ben ne yapıyorum diye düşünür..... Ama bu tavrınız karşı tarafa cesaret veriyorsa, aynı tutumu sergilemeye devam ediyorsa,  hatasını anlayıp geri dönmüyorsa,   vicdanınıza deyin ki,  artık yeter...  Bu noktadan sonrasını ben kaldıramam. Ağır gelir.  Üstelik,  kendime karşı büyük bir haksızlık etmiş olurum. Hala aynı hoşgörüye devam edersem, yapılan haksızlığa veya kötü muameleye ortak olmuş olurum.. Zira, yapılan kötülüğe ses çıkarmamak , razı olmak anlamına gelir, suç ortaklığıdır...
Her ne kadar sabır ve sabırlı olmak  güzel hasletlerden olsa da, sınırsız olmamalı...
Bir yanağıma tokat atana, öbürünü çevirmek bana göre değil...İlkini affedebilirim, ikincisine dur derim..
Yüreğime ayak basan olabilir, verdiğim değere göre hoş görürüm.. Ama bir yere kadar....
Hiç kimsenin yüreğim üzerinde tepinmesine izin vermem !!!!
 





1.10.2013

..........



Kim kime yoldaş belli değil....
İzmir de,
 ben de 
ağlıyoruz...



30.09.2013

BEYAZ GİYME SÖZ OLUR, SİYAH GİYME TOZ OLUR....

Çok mu amiyane bir söz olur bilmem ama, hayata gol atmış gibiyim bu aralar. Pek bi huzurlu hissediyorum kendimi. Hatta dingin demek daha doğru olur.
İşte tam böyle  hissederken  duygular arasında çok ince bir çizgi olduğunu düşünmeye başladım. En azından benim  penceremden böyle görünüyor. Çok gülenin, gülmesi bitmeden ağlamaya başlamasının sebebi de  bu mu acaba ?
Yıllar önce bir arkadaşım demişti, " sevgi ne kadar yoğunsa, nefrete dönüşmesi o kadar kolay olur " diye. Şimdi demek ki, her şeyi kararında yaşamak lazım diyeceğim de...Demiyorum...Onun yerine amaaaaannnnn, ne farkeder, herşey bir gün gelip bitmiyor mu diyorum..İyi de olsa kötü de olsa miadını dolduran gidiyor. Olay, durum, duygu,  insan....hiç farketmiyor. Çok da sorgulamamak lazım belki de.
E be telve, mutluluğu da sorguluyorsun ya, kızım bi dur, yaşa, içine sindir...Sorularla kendini boğmanın alemi ne ?....
Konuyla  alakasız başlığa,  başlıkla alakalı bir parça.....:))







28.09.2013

............

Bu Eylül başka.....
Bambaşka..
Ağaçtan yapraklar düşerdi önceden,
Bu Eylül'de sen düştün yüreğimden ..






27.09.2013

...............

Bir mezar kazmak istiyorum..Yüreğimde kendi canına kıymış ne kadar insan varsa, hepsini toptan  gömmek ve üstünü toprakla örtmek istiyorum...




26.09.2013

BANA GELSİN....



Duru,
Tadı çok hoş,
Tıpkı berrak görüntüsü gibi..
Hep uzaklara bakan, hüzünlü gözlerin gibi
Yudum yudum içiyorum..
Gözlerimi kapatıp,
Bir iksiri içer gibi,
Ayaklarım yerden kesiliyor,
Ruhum hafifliyor,
Zaman dediğin nedir ki,
Sal yakasını, istediği yere aksın,
Seninle olduğum "an" bana yetiyor..
Her şarkıda,
Her şarkının tınısında , kokun burnuma geliyor,
İçime çekiyorum.
ve çoğalıyorum..
Bitmese...
Araya ayrılık girmese..
Aslında üzülmüyorum gidişine,
Sadece sabırsızlanıyorum,
Ya gelmezse korkusu liklerime işlerken,
Sözlerini hatırlıyorum..
"Elimi bırakma "...
Hayaline sımsıkı sarılıyorum..
Artık hazırım,
Bilmediğim diyarlarda çıkmaz sokaklara dalabilirim..
Ve sokak çalgıcıları..
Neydi sevdiğin  şarkı?
Umurumda mı,
Sıradakini bizim için söyle diyorum,
Ama bizden bi'şeyler olsun içinde..
Umudu harmanlasın hüzünle,
Öyle güzel söyle ki, o da duysun
Duysun ki, özlediğimi bilsin
Her neredeyse, kiminleyse,
Bana gelsin...






24.09.2013

...........

İzin ver gözlerine sere serpe uzanayım......
Ve baktığın her yerde, gördüğün ben olayım....




23.09.2013

BEYAZ PANTALON GİYMEYİN !!!

Oldukça kalabalık bir caddede, kol kola yürüyoruz..
Öyle derin mevzulara dalmadık..
Havadan  sudan, ama keyifli bir sohbet  bizimki..
Zaten onca insan yanımızdan  gelip geçerken, derinlere dalmanın pek de mümkünatı yok :)
Karşıdan gelen, biri 8-9 diğeri 11-12 yaşlarında iki çocuk, bize iki adım kala, hafifçe yere eğilip, ağızlarındakini  püskürtüyorlar, ardından sinir bozucu bir kahkahayla...
Öyle gülmekten kendilerini tutamayıp yaptıkları bir hareket değil..
Ne zevk aldılarsa ,   üstümüz başımız  özellikle pantalonlarımız   pembe- mor, garip bir renge bürünüyor...
Vişne suyu gibi bişey sanırım..O anda ellerinde ne var bakmak aklıma gelmiyor..
Sinirleniyorum..
Üstümün başımın batmasına değil, yıkarsın geçer, geçmedi, atarsın olur biter..
Beni sinirlendiren, aymaz tavırları..
Utanmazlıkları...
"Beğendiniz mi yaptığınızı? " diyorum...
Etraftan bizi görenler,  "cık cık " deyip, çocuklara kızıyorlar..
Durup tartışmanın anlamı yok, yola devam ediyoruz..
Ama o kadar pervasızlar ki, arkamızdan bağırıyorlar,
" Siz de beyaz pantalon giymeseydiniz  !!!"
Beyazlara gelesiniz  diyesim geliyor  ( anlamını bilmiyorum gerçi :))
Yanımdaki söyleniyor, " şu kadar para verdim,  daha ikinci giyişim, ya çıkmazsa bu lekeler ? "
Çocukça haşarılıkları anlarım..
Ama bu  komşunun bahçesinden gizli gizli erik koparmaya, kapının ziline basıp kaçmaya benzemiyor...
Arabaları anahtarla çizmek, camları taşlayarak kırmak, kartopunun içine taş koymak  çocukça haylazlığı aşıyor..
Çünkü işin içinde başkasını rahatsız etmek var, zarar vermek var, canını yakmak var...
Acaba diyorum,
Çoluğuna çocuğuna, eşine şiddet uygulayanların çocuklukları böyle miydi?
Yolda kendi halinde dolaşan kedi- köpeği tekmeleyerek öldürenlerin,
Trafikte yol verme  yüzünden tartışıp arbede çıkaranların,
Üç kuruş için adam bıçaklayanların,
Sahte belgelerle adam dolandırmaya kalkanların,
Hırsızlık yapanların,
Kız arkadaşını, eski eşini / sevgilisini hunharca öldürenlerin...
Yolda kaza yapıp, yaralıyı hastaneye yetiştirmek yerine, bırakıp kaçanların çocuklukları böyle miydi ?
Belki olayı abartıyorum..Ama insan yedisinde neyse, yetmişinde de odur sözü geliyor aklıma...




22.09.2013

...........




Canımı yakıp,
Duygularımı görmezden geldiğinden  beri,
Tüm hislerimi dumura uğratıp,
Ruhuma kıyasım var...





20.09.2013

..........

    Bir insanın aldığı eğitim, edindiği tecrübe, vardığı nokta ( makam, mevkii) , insanları, olayları ve hayatı doğru yorumlamasını sağlamıyorsa, ben onun sahip olduklarına " donanım" diyemem. Yaptığı sadece bilgi hamallığıdır......




16.09.2013

HAYATIN SÜRPRİZLERİ..

   


    Sen sardalya almak için evden çık, bulamayınca da, balıkçının yanındaki manavdan  kırmızı pancar alıp eve dön..Olacak iş mi ?..Şimdi ben hayat insana beklediğini, beklediği zaman sunmuyor, hep bir  sürpriz peşinde deyip, felsefi bir giriş yapar, bir güzel de devam ederdim ama..... Hiç keyfim yok..
    Asıl sürprizi pazar günü yaşadım çünkü. Acaba bayramda ne yapsak, nasıl değerlendirsek planları yaparken,   acı bir haberle  kendime geldim...İşte hayat dediğin bu..Bir taraf keyif sürme peşindeyken, başka birinin  evine ateş düşüyor.. Kendisini tanımazdım, hiç yüz yüze bile gelmedik..Ama eşiyle  görev  icabı,   bir başka şehirde 3 ay beraber aynı pansiyonda kalmıştık. Beraber yedik içtik,  sohbet ettik....Çok çok iyi bir insan. Kendi halinde,   sessiz sakin bir beyefendi. Eşi pazar sabahı   balkondan düşüp hayatını kaybediyor. Geride acılı bir eş, annesiz bir genç kız bırakarak...
     Acaba O'nun ne  hayalleri vardı...Yapmak istedikleri, yapamadığı için üzüldükleri neydi ?  Son anlardaki ruh hali?  En son ne düşünmüş, ne söylemişti ?  Kimlere kızmış, neye mutlu olmuştu?
     Birine çok kızdığımız bir anda, kırıldığımızda , 5 dakika sonra öleceğimizi bilsek ne yapardık ?   Öfkelenir miydik aynı ölçüde.. Ya  çok sevdiğimizi düşünürken, az sonra ayrılacağımızı bilsek ?   Bilsek farklı olurdu elbette, ama kestiremiyoruz ki...Ölüm hep uzak gibi geliyor bize.. Oysa ki belki de nefesi ensemizde, bilemiyoruz, hissedemiyoruz. Sanırım   bu hayatın bize yaptığı en büyük iyilik. Kim ne zaman öleceğini bilerek yaşamak ister ki ?
     Şimdi ben  bir kaç güne kalmaz normale dönerim.. Yine eski kahve telvesi.. Huysuz, dengesiz, kırılgan.... Üzülürüm,   söylenirim, öfkelenirim... Unuturum hayatın ne kadar kısa olduğunu...   Ruhun dingin olmasını gerektiğini bile bile, fırtınalar kopartır, kasırgalar estiririm iç dünyamda...  Unuturum,  hiç bir şeyin aslında üzülmeye değmediğini...   Her anımı  son anımmış gibi  yaşamanın keyfini süremem.. Affedemem kolay kolay..Sırtıma yeni yükler alırım... Ben kendimi biliyorum, yaparım...
    O gencecik kıza üzülüyorum şimdi...Ne yazık ki, O, uzun süre atlatamayacak bu travmayı..   Hep boynu bükük kalacak.....